18 Aralık 2009 Cuma

Kadın Ve Aile: Bir Ask !!!

"Medine'nin kadınları hem güleryüzlü, hem de güzeldirler. Ancak Hifa Hatun
başka güzeldir ve bambaşka gülümser. Öylesine sıcakkanlı ve öylesine
samimidir ki kadınlar onu canları gibi severler. Oğlu, abisi, erkek kardeşi
olanlar akraba olmaya kalkar, hatta bazıları beylerine ister. Onu ciddi
ciddi sıkıştırır, araya hatırlıları koyup, izdivaç teklif ederler.

Hifa Hatun'un methi hızla yayılır ve çoook uzaklara gider. Bırakın
hekimleri, tüccarları, vezirler, sultanlar sıraya girer. Ancak o Necaşi gibi
bir İmparatoru bile reddeder sadece ve sadece Allah'ın rızasını diler.

Ama taliplerin ardı arkası kesilmez. Kimi ayaklarına halılar serer... Kimi
cevahirler döker... Yüz kızıl tüylü deveyi getirip kapısına bağlayanları mı
sorarsınız, yoksa saray anahtarlarını önüne atanları mı?

Hifa Hatun bütün bunlara dönüp bakmaz bile, Efendimizin huzuruna çıkıp "Ey
Allah'ın Resûlü" der, "bana cennete götürecek bir şeyler öğretsene." Doğrusu
o, Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) 'gündüzleri oruç
tut' ya da 'geceleri namaz kıl' gibi bir tavsiyede bulunacağını sanır ama
Server-i Kâinat "Önce evlenmen lâzım" buyururlar "zira bununla dininin
yarısını emniyete alırsın!" Hifa, büyük bir teslimiyetle boynunu büker ve
"siz kimi münasip görürseniz ben ona razıyım" der.

Mâlum, o sıradan bir hanım değildir ve onu nikahına alacak erkeğin de "özel"
olması gerekir. Lâkin Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ne kimseye
ümid verir, ne de kimsenin ümidini kırar. Her zamanki gibi basit ve pratik
bir çare bulur "yarın sabah mescide ilk gelenle evlen" buyururlar. Bu
teklifi herkesin hoşuna gider, talipler erken kalkmak için tedbirler
düşünür, kendilerince hazırlık yaparlar.

Bu haberi elbette Hazret-i Suheyb de duyar ama dikkate almaz. Zira o fakir
ve kimsesiz biridir. Evi yurdu yoktur ve karnını zor doyurur. Kah ağaç
altlarına uzanır, kâh mescid gölgelerine kıvrılır. Uzun boyuna rağmen o
kadar zayıftır ki, rüzgar sert esse ayaklarını yerden kaldırır.

Ama bakın şu işe ki o gece Allahü teâlâ bütün sahabelere derin bir uyku
verir, Hifa Hatun'un talipleri gözlerine çöken ağırlığa yenilirler.
Resulullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) her zamanki gibi imsak
sökerken mescide gelir ve büyük bir merakla talihli sahabeyi bekler.

Nitekim mescidin eşiğinde bir gölge uzar ve Süheyb içeri girer.
Resulullah Efendimiz namazdan sonra Hifa Hatunu çağırtıp neticeyi bildirir.
Hazret-i Hifa büyük bir teslimiyetle kabul eder.

Efendimiz güzel bir hutbe okur ve nikah akidlerini yaparlar. Sonra şanslı
sahabeye döner "Ey Süheyb" buyururlar, "şimdi hanımına bir hediye al ve tut
elinden evine götür."Suheyb Radıyallahu anh ellerini çaresizlikle iki yana
açar. "İyi ama" diye mırıldanır, "benim ne bir dirhem gümüşüm, ne de
sığınacak evim var."

Hifa Hatun kocasının boynunu büktürmez, ona içinde on bin dirhem gümüş olan
süslü bir heybe gönderir ve "filanca yerdeki köşkümü sana hediye ettim" der.
Alemlerin Efendisi çok hislenir onlara hayır dualar ederler.

Süheyb, o gün Medine sokaklarında dolanır durur, akşama doğru utana sıkıla
konağa sokulur. Kendisi için hazırlanan muhteşem sofradan ya bir, ya iki
hurma alır ve "Ya Hifa" der, "biliyorum sen benim için bulunmaz bir
nimetsin, ben ise senin için sadece mihnetim. Ben şükretsem gerek, sen
sabretsen gerek. İster misin şu geceyi taat ve ibadetle geçirelim zira
Efendimiz (Sallallahü aleyhi ve sellem) "Cennette yüksek bir çardak vardır.
Orada yalnız şükredenlerle sabredenler otururlar." buyurdular.

Ve öyle de yaparlar. Seccadelerini gözyaşları ile ıslatır, kalplerini zikr
ile aydınlatırlar. Cebrail Aleyhisselam olup biteni Resulullah Efendimize
anlatır ve onları Allahü teâlânın cenneti ve cemaliyle müjdeler.

Ertesi sabah, namazdan sonra Efendimiz Suheyb'i yanlarına oturtur "Ey
Süheyb" buyururlar "geceki halini sen mi anlatırsın ben mi anlatayım?"
Süheyb gözlerini kucağına indirir, zor duyulan bir sesle "Allahın Resulü en
iyisini bilir" cevabını verir.

Efendimiz onlara "ne mutlu size" gibilerinden bakar, "İkiniz de
cennetliksiniz" buyururlar, "... ve Allahü teâlâyı göreceksiniz!" Süheyb
derhal secdeye kapanır ve "Ya Rabbi!" diye yalvarır, "o ki beni mağfiret
ettin, günahlara bulaşmadan canımı al!"

Allahü teâlâ bu yanık duayı kabul eder, Suheyb, secdede kalakalır. Mescidde
bulunanlar ağlamaklı olurlar. Resulullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve
sellem) "Size daha şaşılacak bir şey söyliyeyim mi? Şu anda Hifa Hatun da
ruhunu Hakka teslim etti" buyururlar.

Namazlarını, yüzü suyu hürmetine yaratıldığımız o yüce Server kıldırır.
İkisini yanyana toprağa bırakırlar. Baş uçlarına küçük bir tahta çakar.
Birine "Şükredenlerden Suheyb" yazarlar, öbürüne "Sabredenlerden Hifa!"...

Standart İyi Eş Yoktur, En İyi Eş Size Göre Olanıdır.

Bazı bireylerin eşlerini kabullenememelerinden kaynaklanan problemler yaşadıklarına ve eşlerini başka eşlerle kıyasladıkları için memnuniyetsizliklerin arttığına şahit oluruz.
“Keşke benim eşim de... gibi olsaydı” diye düşünüldüğünü görürüz. Oysa standart iyi eş modeli yoktur. Her birey kendine en uygun eşi aramalıdır. Toplum standartlarına uygun olduğunu düşündüğü bir bireyle hayatını birleştiren bir diğer birey çoğu zaman mutlu olmayabilir. Mesela iyi eşin gayet ağırbaşlı, fazla konuşmayan biri olduğuna inanan, oldukça hareketli, espritüel bir birey böyle biri ile evlendiği takdirde bir süre sonra sorun yaşayacaktır. Yeterli paylaşım yaşayamadığını düşünecek ve evliliğinden tatmin olmayacaktır. Bu tarz bir evlilikte olduğu gibi toplumun beğenilerini baz alarak evlenen ve kendi tercihlerini 2. plana iten bütün bireyler için aynı risk söz konusudur. Aynen bunun gibi evli olup da birtakım kıyaslamalardan dolayı eşinin yetersiz olduğunu düşünen bireylerin sayısı da oldukça fazladır.

Kıyaslama yapmaktan kesinlikle vazgeçin

Gerek fiziksel özellikleri gerekse ruhsal ve davranışsal özellikleri bakımından eşleri ile problem yaşayanlar hem kadınlar ve hem de erkekler olabilmektedir. Bireylerin unutmamaları gereken nokta, eşleri ile bütünleşebildikleri noktaları belirlemeleri gerektiğidir. Yani eşlerinin “ben”lerine takılmaktan ziyade evliliklerindeki “biz”i güçlendirmeye çalışmaları gerekmektedir. Evet hanımlar, beyler! Eşinizin size göre nasıl biri olduğuna dikkat edin ve kıyaslamalara kesinlikle girmeyin. Eşinizle benzeştiğiniz veya eşinizin size uyan yönlerini gördükten sona bunları dile getirip artırmaya çalışın

"Kadın, dört şeyi için nikâhlanır: Malı, nesebi, güzelliği ve dini için. Sen, dindar olanı tercih et ki ellerin toprağa değsin (fakirlikten kurtulasın)" (Buhari,Müslim

Tokalaşma(Musafaha) Adabı ve Kadın ve Erkeğin Tokalaşması

İki Müslüman karşılaştıklarında musâfahada
bulunurlarsa birbirlerinden ayrılmadan
önce günahları bağışlanır.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 142)

Musâfaha, dilimizdeki kullanımıyla tokalaşmak veya el sıkışmak demektir.

Birbirleriyle karşılaşan mü'minlerin önce selâmlaşıp sonra musâfaha yapmaları İslâm'ın tavsiye ettiği güzelliklerdendir.

Dolayısıyla tokalaşmak için elini uzatandan yüz çevirmek ve mukâbelede bulunmamak edebe aykırı bir davranış olarak telâkki edilir.

Nitekim tokalaşmak, bir hadis-i şerifte selâmlaşmanın ikmâli olarak değerlendirilmiş (Tirmizî, İsti'zân, 31), Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- de kendisine yönelen her bir kimseyle musâfaha etmiş, karşısındaki elini çekmedikçe elini çekmemiş ve yüzünü çevirmedikçe o da çevirmemiştir. (Tirmizî, Kıyâmet, 46)

Fahr-i Kâinât Efendimiz , ayrıca Müslümanları musâfaha yapmaya şu sözleriyle teşvik etmektedir:

“İki Müslüman karşılaştıklarında musâfaha yaparlar da Allâh'a hamdeder ve bağışlanmalarını dilerlerse, her ikisi de mağfiret olunur .” (Ebû Dâvûd, Edeb, 142)

Burada zikredilen mağfiret, kul hakları dışındaki küçük günahları kapsamaktadır.

Külfetsiz gibi gözüken bir davranışa böyle bir müjdenin verilmesi, bunun ne kadar ehemmiyetli olduğunu göstermektedir.

Aynı şekilde dinimize göre güzel bir söz (İbn-i Hanbel, II, 316) hatta bir tebessüm bile mü'minin sevap hânesine sadaka olarak kaydedilmektedir. (Tirmizî, Birr, 36)

***

Mahrem olmayan erkeklerle kadınların tokalaşmaları veya birbirlerinin ellerini öpmeleri de câiz değildir. Nitekim Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- kadınlardan biat alırken onlarla musâfahadan özenle kaçınmış (Buhârî, Talâk, 20) ve “Ben kadınlarla tokalaşmam!” buyurmuştur. (İbn-i Mâce, Cihâd, 43)

Peygamber (sav) şöyle buyuruyor: "Kendisi için yol olmadığı halde bir kadının elini elleyen (tokalaşan) kimsenin eline kıyamet günü bir kor konulacaktır. Bu durum mahlukat arasındaki hüküm bitinceye kadar devam edecek."
Ancak Hanefi mezhebinde arzu edilmeyecek kadar yaşlı olan kadınla tokalaşmakta beis yoktur. Zira hz. Ebu bekir (ra) halife olduğu sırada sütannesinin mensub olduğu kabilelere gider ve yaşlı kadınlarla tokalaşırdı. Hz. Zübeyr (ra) de mekke'de hastalanınca kendisine yardım edip işini görmek için yaşlı bir kadın hizmetçi tutmuştu. O yaşlı kadın ayaklarını ovalar, saçı bitlenmesin diye onu kontrol edip ayıklıyordu (Serahsi).

Ümeyme bint Rakika kadınların biatını anlatır ve: "Allah Rasûllü bizim hiç birimizle musafaha yapmadı, gidin artık, sizinle biatlaşmış olduk, yüz kadına diyecegim de, bir kadına dediğimden ibarettir, buyurdu" ( Taberî XXVNI/80).
Aişe validemiz: "Vallahi Allah Rasûllünün eli aslâ bir kadının eline değmedi. O kadınlarla sözle biatlaştı" demiştir.

Ancak günümüzde bir kısım yanlış ve yerleşik geleneklere uyan bazı Müslümanların bu husûsta pek titiz davranmadıkları görülmektedir.

Hâlbuki Müslümana yaraşan, her husûsta üsve-i hasene olan Fahr-i Kâinât Efendimiz'in sünnetine tâbi olmaktır.

***

Aklı gözüne inenler için..
Bunları bilimle ispat etmek göstermek lazım...
kozmik bilim der ki; termal ve infrofuj kameralarla aldığımız görüntülerde gördük ki...
Bayan elinin etrafındaki aura, erkek elinkinden daha az...
Yine aynı şekilde sol elin aurası sağ elinkinden daha az..
Bayan elinde elektronlar...
Erkek elinde ise protonlar daha fazla...
Rabbimiz insan elinin kimyasını bu şekilde yaratmış...

İşte bu şekilde iken..
Tokalaşan iki bayanın ellerinde iki eksi (-) yanyana geldiği için eller birbirini iter...
Yine tokalaşan iki erkek elinde iki artı (+) yanyana geldiği için eller yine birbirini iter..
Fakat bir bayanla bir erkek tokalaşınca bir eksi(-) ve bir artı(+) yanyana geldiği için bu ikisi birbirini çekerler...
Ve ellerin birbirinden ayrılması zor olduğu gibi..
Tam bu esnada iki vücüt arasında çok büyü bir enerji akımı meydana gelir..
Bu akım esnasında bütün şehveti duyguları harekete geçiren hormonlar uyarılır..
Bu hormanlar da bağlı bulundukları organları uyarır....
İşte bu sebepledir ki dinimiz bir bayan ve bir erkeğin tokalaşmasını uygun görmemiştir..
Bu gün bu gerçekler dünyanın gözü önünde ..
Bilim de bunları ispat etmiş..

Görüldüğü gibi hem dinimiz hem de aklı gözlerinde olanlar için bilim kadın ve erkeğin tokalaşmamsı gerektiğini sözylüyor..

ALLAHIN SELAMI VE RAHMETİ CÜMLEMİZİN ÜZERİNE OLSUN.
Alıntıdır.

Hz.Sümeyye !.. (Ben İman ettim Diyen Herkesle Paylaşın Bu Yazıyı

Ammar’ın annesi Sümeyye!..

Yasir’in sevgili eşi Sümeyye!..

Mü’minlerin cefakar annesi Sümeyye!.. Ve... Ve İslam’ın ilk şehidi Sümeyye!..

Son mübarek dinin, son mübarek peygamberin ilk şehidi...

Evet!.. Evet, türlü işkencelerden sonra Ebu Cehil’in kalbine sapladığı mızrak ile şehadet şerbetini içen Sümeyye.

Kocası Yasir ve iki oğlu ile günlerce işkenceye maruz kalan Sümeyye!

O, müşriklerden işkence gördü.

Ebu Cehil tarafından da şehid edildi. Kızgın Mekke kumlarının üzerine yatırılıp işkence edilen...

El ve ayaklarına dört deve bağlanan ve develer dört ayrı istikamete doğru sürülerek kolları ve bacakları un ufak edilen...

Lat, Menat ve Uzza putlarına imana davet edilen kadın Sümeyye! Allah ve Rasulü’ne olan imanından canı pahasına vazgeçmeyen...

Ölümü sevgiliye kavuşmak istercesine severek karşılayan...

Dünya ve dünyadaki nimetleri bir çırpıda reddeden...

Küfür nizamının yıkılışını kanı ile çabuklaştıran...

Ve bütün mü’minlerin annesi olma şerefine nail olan o güzel anne Sümeyye!..

Ebu Cehiller, Ebu Lehebler yine iş başındalar.

Bu kez Sümeyye’nin kızlarına musallat oldular.

Zaten Sümeyye anne ta o gün bunları bizlere haber vermişti. Gördüğü işkenceler ile...

Akıtılan kanları ile... Ve verdiği canı ile anlatmıştı bize.

“Kızlarıma sahip çıkın” demişti.

“Sahip çıkın benim davamın takipçisi kızlarıma!..

Oğullarım Ammar ve Abdullah bana sahip çıktılar.

Benimle beraber aynı zulüm ve işkenceleri metanetle karşıladılar.

Siz de kızlarıma sahip çıkın” diye haykırmıştı.

Dün Sümeyyeler bedel ödediler. Bugün de kızları bedel ödüyorlar.



Günümüzün Ebu Cehilleri onları bir bir katlediyorlar!

Gürüzler, Alemdaroğulları, Serterler ve ötekiler Sümeyye’nin kızlarına zulmediyorlar.

Yani günümüzün Ebu Cehilleri!..

Sümeyye’nin kızları yerlerde sürükleniyor.

Otobüslerle toplanıp dağ başına atılıyorlar. İdam ile yargılanıyorlar.

Hapsediliyorlar. Üzerlerine panzerler sürülüyor.

Pompalı tüfeklerle katlediliyorlar.

Fakat Sümeyye’nin oğulları ortalıkta gözükmüyorlar nedense!

Neredesiniz ey Sümeyye’nin oğuları? Nerelere kayboldunuz?

Nazar mı değdi sizlere? Hangi delikte Allah’ın vaadini bekliyorsunuz?

Çıksanıza ortaya! Korkmayın!.. İman edin!..

Allah herşeyden daha büyük ve güçlüdür.

Çıkın ortaya artık! Çıkın!..

İman tazeleyin ve Sümeyye’nin oğullarına yaraşır bir biçimde zulme karşı durun!..

Yılmayın.. Ürkmeyin... Dağılmayın...

Eğer Allah’a inanıyorsanız, siz üstünsünüzdür.

Korkaklık ederek zalimleri üstün hale getirmeyin!

Size sesleniyorum anne ve babalar!..

[color=blue]Okulun önünde kızlarını döverek başlarını açtıran anne ve babalar...

Kızlarını eve hapsedip, günde üç öğün dayak atan anne ve babalar...

Kızların namusuna tabelleş olan cebi dolu kodamanlar...

“Ben sana yardım ederim” diyerek, sahte bir nikah ile kız çocukların namusuna tebelleş olan ve üç gün sonra da kapı dışarı eden dini bütün(!) adamlar...

Kızlarının davasına sahip çıkmayan anne ve babalar...

Söyler misiniz, siz kimsiniz? Sizler kimin oğulları ve kızlarısınız?

Sümeyye’nin mi, yoksa Ebu Cehil’in mi?

Yoooo!.. Sizler asla Sümeyye’nin kızları ve oğulları olamazsınız!


Asla!.. Asla!.. Asla o haramzade çocuklar edinmedi.

Sümeyye’nin kızlarına zulmedenler!..

Sizler, olsa olsa Ebu Cehil’in çocukları olabilirsiniz. Yanılıyor muyum acaba?..

Hadi, hayır bizler Ebu Cehil’in oğulları ve kızları değiliz deyin! Diyemezsiniz...

Aslınızı inkar edemezsiniz... Ebu Cehil’in izinde olmaktan vazgeçemezsiniz...

Ey Sümeyye’nin elleri öpülesi kızları!..

Sizlere de yalvarıyorum! Siz de sahip olduğunuz iffet, namus ve şerefinize halel getirmeyin!

Eğer kendinize sahip çıkmazsanız, bu Sümeyye annenin davasına ihanet olur.

Onlar Öncüler
Onlar Öncüler
HİÇ DÜŞÜNMEDEN BİR AN ONLAR ÖLDÜLER(ŞEHİT OLDULAR)

DENGİ İLE EVLENMEK !

İyi geçinmekte, tahsilin ve aynı yöreden olmanın avantajları vardır. Ama bunlar şart değildir. Tahsil farkı çok olursa, onun seviyesine inip bir şey anlatmak zor olur. Ayrı yörelerden olursa alışkanlıklar farklı olduğu için anlaşma zor olabilir. Aynı yöreden olursa âdetlerde anlaşma kolaylaşır. Ama kızda ve erkekte şu üç vasfın bulunmasına dikkat etmelidir:

1- Dinine bağlı olmalı.

2- Sağlıklı olmalı, evliliğe gölge düşürecek hastalıkları bulunmamalı.

3- Mizacı, ahlakı iyi olmalı. Her şeye kızan, pire için yorgan yakan tiplerle geçim zor olur.

Bu vasıflara haiz olan oğlanı da, kızı da dengi ile evlendirmelidir.

Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Kızınızı küfvüne [dengine] uygun olanla evlendirin.) [Tirmizi]

Küfüv, erkeğin soyda, malda, din işlerinde ve şerefte kadına uygun olması demektir. Yoksa, zengin olmak, maaşı çok olmak, tahsilli olmak ve aynı yöreden olmak demek değildir. Küfüv, erkeğin salih Müslüman olması, namaz kılması, içki içmemesi, yani İslamiyet’e uyması ve nafaka kazanacak kadar iş sahibi olması demektir. Erkek şu hususlarda kadından üstün olmalıdır. Eşit olsa da olur.

1- Sanatta erkek daha üstün olmalı ve denk olmalı. Aşağı sanatlı erkek, yukarı sanatlı kadının dengi sayılmaz.

2- Erkek kadından zengin olmalı yahut geliri, kadınınkinden çok veya eşit olmalı. Zengin kadın, fakir erkeğin dengi sayılmaz. Erkek, mehr-i muacceli ve bir aylık nafakayı verecek güçte ise, zengin kadına denk sayılır. Köylü erkek, şehirli kızın dengi sayılır.

3- Erkek kadından daha dindar olmalı veya eşit olmalı. Fâsık erkek, saliha kızın, hatta salih kimsenin kızının dengi olamaz.



(Kızınızı küfvüne [dengine] uygun olanla evlendirin.) [Tirmizi]

Siz boşanıp ayrıldınız peki, ya çocuklar?

Modernizmin dayattığı ilişkiler ağı iç huzuru sarsıyor. “Kriz” yaşayan ebeveynlere soruyoruz: Boşanma kararını almadan önce yapılabilecek her şeyi yaptınız mı? Bunun çocuğunuzu nasıl etkileyeceğini düşündünüz mü?

Boşanma, çeşitli nedenlerden dolayı, eşlerin aralarında var olan nikâh akdini bozmaları, evliliklerini sona erdirmeleri ve ayrılmaları şeklinde tanımlanabilir. Günümüzde boşanma olayları maalesef gerek dünyada gerekse ülkemizde hızlı bir artış göstermektedir.

Boşanmanın çok farklı nedenleri olabilir. Yaygın olarak, eşler arasında iletişimin yeterli ve istenilen düzeyde sağlanamaması, aile içi şiddetin yaşanması, ekonomik problemlerin ortaya çıkması, eşlerden birinin diğerine ihanet etmesi vb. sorunlar boşanmalara neden olmaktadır. Nedeni her ne olursa olsun boşanma, eşleri etkilediği kadar -eğer varsa- ailede çocuğu ya da çocukları da etkilemektedir. Çünkü çocuklar boşanma olayının dışında değil içindedir, seyirci değil oyuncudur. Eşler boşandıklarında birbirlerinden ayrılırlar; ama çocuklarından ayrılamazlar. Ailenin bir parçası olan çocukların, aile kurumunun parçalanıyor olmasından etkilenmemesi düşünülemez. Bu etkilenme çoğunlukla olumsuz yönde olmakta ve boşanmış ailelerin çocukları hayatlarının ilerleyen dönemlerinde çeşitli psikolojik sorunlar yaşamaktadır.

Çiftler evlenmeden önce uzun uzun düşünmekte, çevrelerindeki insanların fikirlerini almakta ve bu konuyla ilgili en doğru düşüncelere sahip olmak ve en doğru kararı verebilmek için çaba sarf etmektedir. Bir ailenin temelini atmak ve yuva kurmak hiç de kolay bir iş değildir. Aynı şekilde boşanmada uzun uzun düşünülerek verilmesi gereken bir karardır. Aile kurulurken ne kadar ince elenip sık dokunuyorsa, aynı hassasiyet boşanmada da gösterilmelidir. Konuşularak halledilebilecek, sevgi ve anlayışla rahatça çözülebilecek küçük bir problemde akla ilk gelen çözüm boşanma olmamalıdır. Eşlerin her küçük problemde boşanma kelimesini telaffuz etmeleri, karşılıklı sevgi ve saygıyı azaltacak ve evlilik kurumuna zarar verecektir. Unutulmaması gereken en önemli nokta, boşanmanın en son çare olduğudur. Eşler iyi düşünmeli ve en doğru kararı vermelidir. Boşanma problemleri çözecek mi yoksa daha da mı artıracak? Boşanma kararını almadan önce her şeyi yaptınız mı? Boşanmanın sizi ve çocuğunuzu nasıl etkileyeceğini düşündünüz mü? Boşanmadan sonra var olacak olası problemlerle rahatça baş edebileceğinizden emin misiniz?

Boşanmaya kesin karar vermişseniz bunun çocuklara nasıl söyleneceği önemlidir. Eşleri belki en çok düşündüren ve onları en çok zorlayan konu bu kararın çocuklara açıklanmasıdır. Çünkü boşanmada en çok zorluk yaşayan ve mağdur olanlar çocuklardır. Bu kararın çocuklara nasıl ve ne zaman söyleneceği çok önemlidir. Karar açıklanmadan önce kesinlikle hazır hale getirilmeli, gerekirse psikolojik destek alınmalıdır. Kararı anne-babanın birlikte açıklaması daha kolay olacaktır. Çocuğun yaşına uygun olarak, kolay ve anlaşılır ifadeler kullanılarak, boşanmanın nedenlerini, başka bir çözüm kalmadığını, anne-baba birbirlerini kötülemeden ve suçlamadan anlatmalıdırlar. Çocuk, boşanma olayının sorumlusu olarak kendini görebilir ve kendini suçlayabilir. Boşanma kararı çocuğa anlatılırken anne-baba çocuğun herhangi bir suçu olmadığını uygun bir dille ifade etmelidir.

Böyle bir durumla karşı karşıya kalmak çocukta normalden farklı, alışık olmadığımız tepkiler meydana getirebilir. Özellikle yaşı daha küçük ve anne-babaya daha bağımlı olan çocuklarda bu tepkiler daha şiddetli ve belirgin yaşanırken, anne-babadan bağımsız çocuklarda boşanmanın etkileri daha kolay atlatılabilir. Çocuk, anne ya da babadan birini bu olayla ilgili suçlayabilir ve olumsuz hisler geliştirebilir. Daha hırçın, içine kapanık, öfkeli ya da saldırgan olabilir. Yaşadığı problemlere bağlı olarak okul derslerinde kötüye gitme ve notlarında düşmeler yaşanabilir. Eğer yaşı daha küçükse tuvaletini tutma ve söyleme ile ilgili problemler ortaya çıkabilir.

Boşanma olaylarının çocukları en az etkilemesini sağlamak için anne-babalar neler yapabilir?

* Boşanan anne-babalar birbirlerinden ayrıldıklarını, çocuklarından ayrılmadıklarını kesinlikle unutmamalıdır.

* Çocuğun anne-babasından yeterli derecede ilgi ve sevgi görmeye her zaman ihtiyacı vardır. Ayrı olsalar bile anne-baba çocuğundan bu ilgi ve sevgiyi kesinlikle esirgememelidir. Özellikle çocukla birlikte geçirilmesi planlanan zamanlar ertelenmemeli ya da yerine başka programlar konulmamalıdır.

* Ayrıldıktan sonra anne ya da baba çocuklarına birbirlerini kötülememeli, olumsuz yönlerini anlatmamalıdır.

* Boşanmadan sonra yaşanacak değişikliklerle ilgili çocuk bilgilendirilmeli, çocuğun hayatını çok fazla olumsuz etkileyeceği düşünülen değişikleri (şehir, okul değişikliği vb.) hemen yapmaktan kaçınılmalıdır.

* Çocuğun bakımı, eğitimi vb. gerekli olabilecek ekonomik problemler halledilmiş olmalıdır. Ancak mutlu olacağı düşüncesiyle çocuğun maddi yönden istediği her şey de yerine getirilmemeli, dengeli davranılmalıdır.

* Çocuğun anne-babasını yeteri kadar görmesi sağlanmalı, eşe olan kızgınlıktan dolayı çocuğun anne ya da babasını görmesi engellenmemelidir.

* Çocukta var olan ya da boşanma sonrası ortaya çıkabilecek olumsuz davranışlar boşanılan eşle özdeşleştirilmemelidir. (Ne olacak babasının oğlu işte, annesi gibi pasaklı vb.) Çocuğu hem ruhsal hem de fiziksel gelişimi hem anne hem de baba tarafından takip edilmelidir.

* Boşanma sonrası çocuğa karşı geliştirilecek tutumlar konusunda hem anne hem de baba ortak hareket etmeli ve tutarlı davranmalıdır. Annenin hiçbir şekilde olmasını istemediği bir şeye babanın izin vermesi iyi sonuçlar doğurmayabilir.

* Boşanma sürecinde anne-baba çocuğa karşı dürüst olmalı, yalan söylemekten kaçınmalı ve güven duygusuna zarar vermemelidir.

* Çocuk kesinlikle anne-baba gibi düşünmeye zorlanmamalı, anne-baba tarafından birbirlerine karşı koz olarak kullanılmamalı ve taraf tutması beklenmemelidir.

* Çocuğa cinsiyetine uygun olarak yakın akraba çevresinden örnek alabileceği birilerinin destek olması, problemleri daha kolay atlatmasına yardımcı olacaktır.

RECEP UYSAL, ANAFEN DERSHANELERİ REHBERLİK UZMANI

Bir genç kızın evlilik şartları !!!(Mükemmel Bir Yazı)

Eş seçimi, hayatımızın en önemli kararlarındandır. Gerek genç kızlar gerekse genç erkekler için durum aynıdır. Her iki taraf için önemli ise "dindar" olmalıdır. Çünkü evlilik ebedi hayat arkadaşlığıdır, sadece bu kısacık dünya hayatıyla sınırlı bir beraberlik değildir. Evliliğe bu sonsuzluk manasını kazandıran sır ise, imandır.

İşte bu sırrı kavrayan bir genç kız,evleneceği zaman, eşinden neler istemekte:

"Her şeyden önce şunu söyleyeyim;benim sadece karnımı doyuran bir eş değil,devamlı bana destek olacak dava arkadaşı,din sorumluluğunu bilen Müslüman bir eş istiyorum.Ben de koltuk ve avizelerin tozunu almakla ömür geçirecek süs gelini değil, davamın gelini olmak istiyorum."

Toplumumuzda boşanmalar yüzünden ne kadar mutsuz kadınlar olduğuna şahidim. Siz de vicdanlı bir Müslüman iseniz, şartlarımda en ufak bir tereddütünüz varsa, bu işe"hayır"cevabını verin. Çünkü, şimdi ufak bir tereddüt büyür.

Ben her şeyden evvel İslam'da ailelerin huzurunu sergilemek istiyorum.Toplumumuzda bugün, tam islam ruhu ile geçinen eşler ne yazık ki çok az,benim yuvamın da bu az rakama, bir rakam daha eklemesini istemiyorum. Ne yeni bir giyecek için kavga ederim,ne de çorbanın tuzu az olmuş diyerek kavga edilmesini isterim.Benim kavgam;dinimi yanlış tanıtanlar, dinimizi kendi çıkarlarına alet edenlerdir.Eminim sizin ki de öyle... ALLAH Razı olsun, İslam'ı yaşıyor ve yaşatmaya çallışyorsunuz.Fakat sizin bu şekilde olmanız benim şartlarımı söylememem manasına gelmez.
Şartlarım sıra ile şunlardır:

1. Bütün hal ve hareketlerimiz İslami olacak.Hayatımızı" şeytanın kanunlarına"göre,değil ALLAH'ın(cc) ahkamına göre düzenleyeceğiz.
ALLAH(cc) Ku'ran'da ;

"Kim İslam'dan başka bir din ararsa, ondan bu din asla kabul edilmeyecektir. O, ahirette en büyük zarara uğrayanlardandır." (Ali-İmran-85)
Biz bunlardan olmayacağız.

2.Ben, eşya ve altın olarak size hiçbir şart koşmuyorum,çünkü benim için paranın hiçbir önemi yok ama geçimimiz için, namerte muhtaç olmamamız için ekonomik kazancınızı helal yoldan elde etmelisiniz. Bunun az olması, en lüks eşyaları almamanız beni üzmez.Fakat siz de benden, her şeyini gösterişe dökmüş kızların götürdüğü çeyizi istemeyeceksiniz. Sizden odalar dolusu eşya istemem, size de odalar dolusu eşya getiremem. Zaruri olan eşyalarımı getiririm.

Zira ALLAH Resulü dünya malına hiç önem vermemiştir. Bir hadisi şerifleri şöyledir:

"Ashabtan Abdullah bin Mesud diyor ki; Resulullah'ın yanına girdiğimde bir hasır üzerinde durduğunu ve üzerine uzandığı için hasırın vücudunda iz bıraktığını gördüm.Bunun üzerine dedim ki;Ya Rasulullah! Sizi hasırdan koruması için bir yaygı, döşek getirsek olmaz mı?O da bana şöyle buyurdu;"Benim dünya ile ne ilgim var?"

3. Ben eşyaya hizmet için yaratılmadım, eşya bana hizmet etmelidir.O halde eşyam ihtiyaç kadar olmalı, israf yapılmamalıdır. Zihnimdeki ve tatbikat planımdaki en uygun dekor, Resulullah'ın evinin dekorudur.

ALLAHu Teala bir ayetinde; "Dünya hayatı bir oyundan ve oyalanmadan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise sakınacaklar için elbette daha hayırlıdır. Hala aklınız başınıza gelmeyecek mi?"(En'am-32) demiyor mu?

Meşhurdur, Hz.Ali'ye
"Dünya nedir?"diye sormuşlar,demiş ki;
"Sizi, Mevla'dan alıkoyan her şeydir."

Bizim evliliğimiz de, bizi Mevla'dan uzaklaştırmaktan ziyade, Mevla'ya yaklaştırmalıdır.Aynen şu şiirin mısralarında anlatıldığı gibi....
Davayı kucaklayan körpe sarmaşıklarız
Hak yoluna baş koyan divane aşıklarız.
Dizgin vurduk zamana,dursun ...
Ayrı bir zevk bu aşkın gönülleri yaksın.

4. İslam'a göre gelin olmak ve Islam'a uygun düğün yapmak istiyorum.ALLAH rızası ve Peygamber Sünneti için evlendiğimize göre en başta düğünümün ve gelinliğimin buna uymasını isterim.

5. İslam'dan taviz verirsem engellemenizi isterim.Onun için Islam'ı en iyi şekilde bilmeniz ve uygulamanız gerekir.
6. Evlendikten sonra da çalışmalarıma devam etmek isterim. Günde en az üç saat Ku'ran öğretip,vaaz vereceğim.şimdi yapmaya çalıştığım tebliğ görevim, evlendikten sonra da devam etmeli.

ALLAHu Teala, Ali-İmran suresnde mealen şöyle buyuruyor;

"Sizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki;(onlar herkesi) hayra çağırsınlar." Biz bu cemaatın insanı olmaya çalışmalıyız..

7. Evimden hiç bir yere gitmem, eşimden de sadakat isterim.Gece 12'lere kadar kahvede, şurda-burda gezen bir eş düşünemiyorum. Siz öyle değilsinizdir de ben şartımı söylüyorum.

8. Hatamın bana söylenmesini isterim. Benim hatam olursa, ki mutlaka olur, önce bana bildirmenizi, benden önce bir başkasının duymasını istemem.

9. Eşit saygı isterim.Kendi aile efradınıza benim nasıl saygı göstermemi istiyorsanız, ben de sizden aynı saygıyı aileme göstermenizi isterim.

10. Benim evim bir ilim yuvası olmalıdır.Her akşam en az 1 saat fıkıh, tefsir ve dini kitaplardan ders yapmayı ve evde kim varsa onların da dersimize iştirak etmelerini sağlamanızı isterim.

11. Eşimin derdini benimle paylaşmasını isterim.Onun her zaman can yoldaşı, dert ortağı olmak isterim.

12. Sadece adelet isterim. Ne benim için aile efradını, ne de ailesi için benim tarafımı tutsun isterim. Haklı kimse doğru söylemesini isterim.

13. Elimden geleni en iyi şekilde yapmaya çalışırım.Yemeğimi, evimin işini elimden geldiğince yapmaya çalışacağı, bu arada yaptığım küçük hataların büyümemesini, hatamın İslam'a uygun şekilde söylenmesini isterim.
14.Helal-haram çizgisine dikkat edilsin isterim.Mahremimden başkasının yanına çöküp oturmam.Aynı hassasiyeti eşimden de beklerim.

15. Kılık-kiyafette de İslam'a riayet edilsin isterim.Eşimin sakallı olmasını isterim.

16. Evimizin rızkını helal yoldan sağlamasını ister,bir sıkıntı ve darlık çekersek ALLAH için sabreder, bu konuda problem çıkarmam.Ama paramız varken de mağdur edilmek istemem, bu iyi niyetimin suistimal edilmesine müsaade etmem.

17. Saygım size bağlıdır. Namaz ve ALLAH'ın farz kıldığı emirlerden taviz verirseniz size olan saygım azalır. Saygın biri olmak istiyorsanız,buna dikkat etmelisiniz.

18. Hayatımı ALLAH'ın dinine adadım. Sizin de böyle biri olmanızı isterim. Bu uğurda uğrayacağımız hakaret, kötüleme, ayıplama, işkence, zulüm ve hatta cezaevi bile hadiselere sabretmeyi ve birbirimize sabrı tavsiye edip destekli olmayı isterim.

ALLAH'ın Resulü'nün ve Ashabının çektiği çileler malumdur...Bir örnek verecek olursak,

"Sahabe artık zulüm ve işkenceden usanıyor ve Resulullah'a gelerek,müşriklere beddua etmesini istiyor.

Resulullah (sav):

"Sizden önceki Müslümanların vücutları kemiklerine varıncaya kadar demir taraklarla taranarak elleri koparıldı. .Bu onları,dinlerinden vazgeçiremedi. Başları, saç ayrımından testere ile ikiye biçildi. Onlar yine dinlerinden vazgeçmediler.'diye onları teskin etti.

İşte biz de birbirimize destek olacak, davamız için yapılan her türlü zulme beraber göğüs gereceğiz.
19. Bana eş olmanızdan ziyade, hocam olmanızı isterim. Birbirimizi tamamlamayı ve eksiksiz bir Islam yaşantısı sergilemeyi arzu ediyorum.

20.Her şeyin tatlılıkla olmasını isterim.Olayların büyütülüp dışa yansımasından ziyade, kendi içimizde anlaşma yoluyla halletmeliyiz.

21.Her şeyi ALLAH yoluna tercih etmeliyiz.İslami çalışmalarınız için, davamıza hizmet için.ALLAH yolunda yarışmak için, beni ve eğer olursa çocuklarımızı engel görmemenizi ister, bizleri ALLAH'a emanet ederek mücadeleye koşmanızı isterim. ALLAHu Teala bir ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:

"De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz,elinize geçirdiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza gitmekte olan evler, size ALLAH'tan, O'nun peygamberinden ve onun yolundan(cihaddan)daha sevgili ise,artık ALLAH'ın emri gelinceye kadar bekleye durun. ALLAH fasıklar güruhunu hidayete erdirmez." (Tevbe-24).

Bu ayetin muhatabı olmalıyız.

22. Mehir olarak ilmimi tamamlamama yardım etmenizi ve aldığım ilmi anlatmama izin vermenizi istiyorum.Bir de mümkünse, evlendikten sonra ilk hac zamanı hacca gitmeyi mehir olarak sizden talep ediyorum.

Evet benim isteklerim bu kadar. Ağır maddi şartlar ileri sürmeyip, sizi maddi problemlerle bunaltmadığımı düşünüp, 'Bunlarda ne var canım, kolay! yaparız!' diyip de hafife almayın. Maddi taleplerde bulunmuyorum ama bu konudaki iyi niyetiminde suistimal edilmesini doğru bulmuyorum.

Maddi isteklerim yok, çünkü gün olup devran tersine dönebilir. Büyük sıkıntılarla alınan eşyaları bir gün satmak zorunda kalabiliriz,. iflas edilebilir.Çok zenginken, fakir olunabilir işte o günlerde, insanın maddi-manevi dünyasının karardığı zamanlarda dünyanın gerçek yüzünü ve mahiyetini bilen dindar ve bilgili eş imdada yetişir, beyine destek olur.Tabii benim destek olabilmem için beyimin de aynı şekilde benim bu şartlarım noktasında bana destek olması, bunları hafife almayıp gerçekleştirebilmek için mücadele etmesi ve bu sorumluluğu katlanabilecek İslami ahlaka sahip olması gerekir.

Ve bence her şeyden önce, kurulacak yuvanın İslami yuva, İslami müessese olması gerekir.O yuvada İslami eğitim olmalı ve o yuvada zamanın Firavun ve Nemrutlarına meydan okuyacak Musalar ve İbrahimler yetişmelidir. İşte bu sebeplerden dolayı öne sürdüğüm bu şartlarım dikkatlice okunup,değerlendirilmeli ve en uygun cevap net olarak verilmelidir."

Evliliğe sonsuzluk manasını kazandıran iman sırrına vakıf olmuş bu genç kız, bu şartları sunduğu gençle evlenip, şu an çok mutlu ve istediği gibi bir yuva kurmanın huzurunu yaşamaktadır.

Tüm genç kızlarımıza aynı mutluluk ve huzur dolu yuvalar temenni ediyoruz..

Erkekler Eşlerinden Neler Bekliyor !!!

1- Kendileri ile nikahlanmanız İslami açıdan meşru olan erkeklerle zaruret olmaksızın, meşru olmamanızı ve laubai davranmamanızı istiyor.
2- Kendisine karşı giyiminize dikkat ederek, dağınık bir durumda olmamanızı, düzenli ve cazibeli olmanızı istiyor.
3- Kendinizin, hayatınızdaki yerinin önemini zaman zaman ifade etmenizi, bunu hareketlerinizle de hissettirmenizi istiyor.
4- Onda görmek istediğiniz ve görmek istemediğiniz hasletlerin eksikliğini hissettirerek ve aşağılayarak değil de, saygılı bir şekilde ifade etmenizi istiyor.
5- Onu ruhen destekleyerek ve kendisine itimat ettiğinizi, güvendiğinizi hissettirecek tarzda, riyaya kaçmadan takdir edici sözler söylemenizi istiyor.
6- Kendilerinin eksik ve hatalı olan yön ve davranışlarını akrabalarınızda dahil olmak üzere başkalarının yarunda dile getirerek küçük düşürücü söz ve tavırlarda (Yanında ve gıyabında da olsa) bulunmamanızı istiyor.
7- Yabancı erkeklerin güzel hasletlerini eşinizi kıskandıracak şekilde ve onu aşağılayacak şekilde (Yalnızken de olsa) dile getirmemenizi istiyor.
8- Eşiniz eve geldiğinde, onu mümkün olduğu kadar kapıda ve güler yüzle, aynı zamanda temiz ve düzenli karşılamanızı, hal ve hatırını sorarak ilgilendiğinizi hissettirmenizi istiyor.
9- Arada sırada ufak da olsa hediye alarak gönlünü hoş etmenizi istiyor.
10- Kendi ana-baba ve akrabalarınıza göstermesini istediğiniz saygı kadar, onun da ana-baba ve akrabalarına hürmetkar davranmanızı istiyor.
11- Ev işleriniz ne kadar yoğun olursa olsun, kendisine zaman ayırmanızı istiyor.
12- Zaruret olmadığı hallerde, eşiniz evde iken onu bırakarak komşuya veya herhangi bir yere gezmeye gitmemenizi istiyor.
13- Mühim olmayan kusurlarını görmemezlikten gelerek affetmenizi istiyor.
14- Eşinizin hatalarını anarken, kendinizin de kusursuz olmadığını düşünmenizi, objektif olmanızı istiyor.
15- Ondan gizli işler yapmamanızı, yaptığınız işlerde ve herhangi bir yere gideceğiniz zaman kendisiyle mutlaka istişare etmenizi istiyor.
16- Kendisine asla çirkin, beceriksiz, pısırık ve benzeri hareketlerle birlikte, kendisine onu sevmediğinizi söylememenizi istiyor.
17- Başkalarının yanında olduğu gibi çocuklarınızın yanında da kendisini küçük düşürecek şekilde kendisini azarlamamanızı istiyor.
18- Onu çevrenize şikayet etmemenizi, aile sırlarınızın mahremiyetini hiçbir şekilde ihlal etmemenizi, kimseye açmamanızı istiyor.
19- Şayet arada sırada huysuzluktan olursa, anlayış ve sabır göstererek düzelmesine yardıma olmanızı istiyor.
20- Size ve yavrularınıza bir istikbal ve helal yoldan rızık kazanabilmesi için vermiş olduğu uğraşın zorluğunu anlamanızı, bu durumu takdir ve anlayışla karşılamanızı istiyor.
21- Yersiz kıskançlıklarla huzurunuzu bozmamanızı istiyor.
22- Hayat müşterektir diyerek, akşama kadar çalışmış ve eve yorgun-argın gelmiş olan eşinize evde de (zaruri hallerin dışında) angarya işler (bulaşık, çamaşır, yemek yapmak vb.) yapmaya zorlamamanızı istiyor.
23- Özel (mahrem) hayatınızdaki taleplerinizde onun ruh halini, yorgunluğunu, rahatsızlığını veya arzulu durumlarını da göz önünde bulundurarak onu günahlardan koruyacak hassasiyeti ve fedakarlığı kendisinden esirgememenizi istiyor.
24- Ailenin ve İslam toplumunun temeli olan aile yapısını her türlü fitne unsurlarından, şüphelere ve dedikodulara neden olacak hal ve davranışlardan korumanızı istiyor.
25- Aile bahçesinin çiçekleri olan çocukların ruhi ve kültürel alandaki yetişme ve olgunlaşma hususunda üzerine düşen eğitmenlik görevini ciddi ve fedakar bir şekilde yerine getirmenizi istiyor.
26- O size, günah olan ve hayatın diğer zorluklarından sizi korumak zorunda olduğunun bilinciyle hareket ederek, sizin de kendisi için bir libas olduğunuzu düşünüp kendisine bu hususlarda yardıma olmanızı istiyor.
27- Eşiniz sizinle macera yaşamak veya evcilik oynamak değil, ahirete uzanacak bir hayat için evlenmiştir.
28- Eşiniz sizden, onu bu imtihan dünyasında kendinizle dini mücadelesi arasında bir tercih yapmakla karşı karşıya bırakmamanızı istiyor.
29- Müslüman fert, aile ve toplumun temel görevlerinden olan İslam'ın anlaşılması, yaşanılması ve topluma hakim kılınması hususundaki görevlerini yerine getirmeye çalışırken, zaman zaman sizi ve evi ihmal etmesi halinde ona anlayış göstermenizi, hatta eğer mümkünse bu çalışmada kendisine bizzat destek olmanızı istiyor.
30- Eşiniz, "Eşim bana cariye olmalı ki; ben de ona köle olayım. O bana yer olmalı ki; bende ona gök olayım." diyor.
31- Eşiniz, "İş stresi gereği eve asık suratla dönmüş olabilirim, ama ben eşimden somurtkan bir çehre istemem." diyor.
32- Eşiniz, "Dünyada yaşıyoruz, sosyal hayat çok bozuk, problemler elbette olacaktır, yeterki büyütülmesin" diyor.
33- Eşiniz, "Saygı, sevgiyi besler ve genişletir. Saygıdan mahrum bir sevginin ölü olduğunun unutulmamasını" istiyor.
34- Eşiniz, "Eşimin asla yapmaması gereken şey, benimle sinir harbi başlatıp, galip çıkmaya çalışmasıdır" diyor.
35- Eşiniz, "Benim anlattıklarımı dinler gibi görünüp, kafasında kendi söyleyeceği cümleleri kuran bir eş fevkalade sinir bozucudur." diyor.
36- Eşiniz, "Az, öz ve yerinde konuşabilen kadın, Allah'ın en büyük nimetlerinden birisidir." diyor.
37- Eşiniz, "Bir kocayı en sinirlendiren ve huzursuz eden şey, eşinin avukat gibi dakikalarca kafa şişirmesidir." diyor.
38- Kaldı ki; Psikologlar, aile reisinin iş dönüşü tenha ve kimsenin etkilenmiyeceği bir yerde açık alana doğru 3-5 defa bağırmasını, deşarz olup beyin ve ruh dengesini koruması açısından gerekli görüyorlar.
39- İnatçılıkta ısrar eden ve bunu alışkanlık haline getiren, dediğinin olmasından başka bütün yollan kapayan bir kadına tahammülüm zordur.
40- Kendi durumundan daha iyi olanları sık sık gündeme getirip, içinde bulunduğu nimetlere şükürsüzlük eden kadın, kocasını çileden çıkartandır.
41- Şu söz hiç unutulmamalı; "Güzele kırk günde doyulur, güzel huyluya kırk yılda doyulmaz."
"Yüzü güzelden usanılır, huyu güzelden usanılmaz."

Evlilikte Kadınlar Ne İster !!!(YOĞUN İSTEK ÜZERİNE)

TİMSAHLA filin dillere destan evliliğini duymuşsunuzdur belki İki sevgili evlendikten sonra, birbirlerine kendileri için “en değerli” olanı verme yarışına girerler Timsah gölden en güzel balıkları çıkarıp sevgilisi file ikram eder Fil de pek sevdiği yeşil yapraklarının en tazelerinden çırpıp sevgilisinin önüne atar Fakat sonuç hüsrandır Otçul olan fil için balıklar, etçil timsah için de tazecik yapraklar hiç de değerli değildir

Çift, sonunda anlar ki, herkesin kendisi için “en değerli” olanı vermesi iyi niyetli ancak teknik olarak yanlış bir davranıştır; hem iyi niyetli hem de teknik olarak doğru davranış eşi için “en değerli” olanı vermektir Sonuç olarak, fil timsaha hortumuyla tuttuğu ve zaten yemeyeceği balıkları, timsah da gölün dibinden kopardığı ve zaten sevmediği tazecik yosunları vermeye başlar Mutlu olurlar; çünkü birbirlerini anlamaya vakit ayırmışlardır İkisi de “Ben elimden geleni yapıyorum ya!” savunmasına girmemiştir

Bu kısa meseli yabana atmayın En az fil ve timsah kadar yabancıyız birbirimize Erkeklerin kadınların ne istediği konusunda teknik ve detaylı çalışmalara ihtiyacı var Kadınların da hiç şüphesiz erkeklerin ne istediği üzerine kafa yormaları gerekiyor

Evlilik terapistlerinin kendilerine boynu bükük gelen çiftlere hatırlattığı detayı bir de burada hatırlayalım: “Kötü olan siz değilsiniz; kötü olan ilişkiniz” Yani, iyi insanlar da olsanız kötü bir ilişki kurabilirsiniz Kötü bir ilişki içinde de olsanız, hâlâ iyi birer insan olmanız mümkündür Böylece çiftlerin biraz olsun başları omuzlarının üzerinden uzaklaşır, biraz daha ümitle bakarlar soruna

Evlilik terapistlerine hak verin, kendinize de fırsat tanıyın: Doğrudur; iyi bir ilişkinin iyi bir insan olmaktan fazla şartları vardır Evlendiğimiz gün, ilk çocuğumuz doğmuştur aslında; ilişkimiz İlk günler heyecanla ve mutlulukla karşılarız onu; ondan sonra ne yapacağımızı düşünmeyiz bile Sonra bakarız ki, ilişkimiz konuşmayı bilmiyormuş Aylar sonra emeklemeye başladığını, paytak yürüdüğünü fark ederiz Sonra biz onu çocuğumuz bilip besledikçe ayağa kalkar, yürümeye başlar Fakat çoğu kez ilişkimizin ilk çocuğumuz olduğunu aklımıza bile getirmeyiz; onu doğduğu gün aç bırakırız, kendi kendine beslenebileceğini, tek başına yürüyüp ayağa kalkabileceğini düşünürüz Duruma göre, ilk çocuğumuzu doğar doğmaz inkâr edip cami kapısına ya da karakol önüne bile terk edebiliriz İlk çığlıklarını attığında, kolayca boşanır, boşanmasak bile onu gayrimeşru bir çocuk gibi istemeye istemeye büyütürüz İki “iyi” insan olarak “kötü” bir ilişkinin uçlarına yerleştiririz kendimizi İlişkimiz de ilk fırsatını bulduğunda evden kaçıverir


GELİN, işin bir ucundan tutalım Bugüne kadar hiçbir erkeğin tam anlamıyla cevap bulamadığı “Kadınlar ne ister?” bilmecesinden çözebildiklerimizi paylaşalım Yüzükoyun yatan, ortalıkta aç sefil dolaşan ilişkimizi ayağa kaldıralım, eve çağıralım Bunun yolu da fil olarak timsahın ne istediğini bulmamızdan geçiyor İlişkinin öbür ucundaki kadına “iyi” davranalım Buna göre, bu yazıyı, erkekseniz bir keşif merakıyla; kadınsanız bulmacanın hiç şüphesiz eksik kalacak kısımlarını tamamlamak üzere okuyun

Kadınların en çok istediği şey sözdür Her erkeğin iki dudağı arasında olan sözü ister kadınlar Konuşulsun isterler kendileriyle Konuşmaları dinlensin isterler Buna göre, ilk yapacağınız iş televizyonu kapatmak olsun Koltuklarınızı birbirinize çevirin Yüz yüze bakın, göz göze gelin Eşinizin gözünün içine baktığınızda tam da gözbebeğinin ortasında kendinizi göreceksiniz Gözlerinin içine odaklandığınızda, sanki hep orada ağırlanıyormuş gibi hissedeceksiniz, eşinizin gözüne çoktan girdiğinizi fark edeceksiniz Ancak bunun ona gözünüz gibi bakmaktan geçtiğini de gözlerinizle göreceksiniz

Hazır göz göze gelmişken, eşinizin en son neler yaşadığını, yaşadıklarından ne hissettiğini anlamaya çalışın Bu, kadınların en çok sevdiği empatinin ilk egzersizidir ve başarısızlığa uğrama ihtimaliniz neredeyse sıfırdır


SIK SIK eşinize onunla birlikte olmaktan memnun olduğunuzu, onu takdir ettiğinizi ve yaptıklarına hayran olduğunuzu söyleyin (Bu tavsiyelerin, basmakalıp şeyler olduğunu düşünenlerdenseniz, 24 saatinizi kesintisiz kucaktan hiç inmeyen bir bebekle geçirmeyi deneyin; kadınların ne kadar hayran olunası, takdir edilesi, memnun olunası işler yaptığını dehşetle fark edeceksiniz)

Çok küçük ve sıradan işlerde bile, daracık zamanlarda bile, eşinizin ilgilerine ve tercihlerine önem gösterin Mesela, yürüyüş yaparken ya da arabayla evinize dönerken birkaç yol alternatifiniz varsa, eşinize hangi yolu tercih ettiğini sormanız, onu mutlu edecek, onun kalbine giden yolu genişletecektir

Kadınların ne istediğini erkeklerin hemen anlaması zordur; zaten bunun için bir ömür boyu vaktimiz vardır Fakat erkeklerin de kadınlar tarafından anlaşılmadığı durumlar seyrek değildir Görünen o ki, erkeğe de kadına da “ev ödevi” düşüyor

Senai Demirci
Zafer Dergisi

"Kopyala/Yapıştır" Evlilikler...

Geçen gün yanımda bir çift varken aklıma geldi. Onlara söylediğim şeyleri sizler için de kaleme dökeyim dedim. Umarım işinize yarar sevgili okurlar.



Herkes bilgisayarının başında bu yazıyı okuduğuna göre, bilgisayar dilinde bir giriş yapmak kalıcı olur sanırım: Bence “Kopyala/Yapıştır” algılaması gelişti insanların zihninde. Herkes birbirinin evliliğine bakarak, kendi ailesi için aynı şeyleri istemeye başladı! Orda yaşananları kopyala, bizim eve yapıştır.



Bu yanlış! Şöyle ki; komşusunun kocası akşamları eve erken geliyor, çocuklarına ders çalıştırıyorsa; Nermin Hanım eşiyle tartışmaya başlıyor. “Milletin kocası erkenden eve gelip çocuklarına ders çalıştırıyor! Sen niye yapmıyorsun?” diye. Eşinin içinde bulunduğu ve belki de gerçekten imkansızlıkların sorgulamasını yaptığının farkında olmaksızın. Çalışma saatleri ve mesai durumlarını bildiği halde.

Ya da etraftaki bayanlara bakarak, kendi eşinden soğumaya başlıyor. Evlenmemiş, hiç doğum yapmamış bir bayanın bedeniyle; kendisine dört tane evlat armağan eden eşinin yıpranmış vücudunu kolaylıkla kıyaslayabiliyor. Ve tehdit bile edebiliyor hiç rahatsızlık hissetmeden: “Bu kiloları vermezsen seni boşarım. Karnındaki yağları gözüm görmesin sakın” şeklinde.

Veya en çok moda olan durum… aynı zamanda benim en fazla itiraz etmeye başladığım nokta: “Biz geçmişte görücü usulü evlenmiştik. O zamanın şartlarında kabul etmiştim eşimi. Şimdi istemiyorum onu. Hata etmişim. Gönlüm geçti. (bayanlar için genel şikayet şekli) o zamanlar evden kurtulmak için evlenmiştim/ (erkekler için genel söylem) o dönemlerde harama el uzatmamak için üstün körü yapılmış bir seçimdi” gibi.



Görücü usulü veya anlaşarak fark etmez. Evlilik evliliktir. Evliliğin hangi yolla daha sağlıklı gelişeceğine dair fikir yürütmek de yanlıştır bence. Çünkü nice evlilik var yıkılıyor… evlenme yolları görücü usulü ve anlaşarak evlilik şeklinde… nice evlilik var gayet güzel ilerliyor… evlenme yolları yine görücü usulü ve anlaşarak evlilik şeklinde.

Önemli olan bir evliliğin nasıl başladığı değil; hangi ihtiyaçtan yola çıktığı ve ilişki kurulduktan sonraki dönemde “süreç”in nasıl işlediğidir. Görücü usulüyse, eşimize kötü mü davranacağız ya da anlaşarak evlendik diye kişinin yaptığı kasıtlı ve incitici hatalara göz mü yumacağız? Doğru olan, insanların kendi dönemlerinde, kendi yaşam şartlarında, kendi iç ihtiyaçlarına karşılık gelecek düzgün ilişkiyi kurabilmesidir. Bu kurgunun yolu ister “vesile” ile olur, ister “ani karşılaşmalar” ve belki “beklenmedik gelişmeler” biçiminde.

“O zaman bilememişim, şimdi bakıyorum insanlara ne güzel kendi keyiflerine göre eş seçiyorlar” demek, “Ben kendi seçimlerimin, kendi iç ihtiyaçlarımın, kendi çözümlerimin farkında değilim. Kim ne yaparsa aynısını yaparım. Bugün bunu yaparım, yarın da bundan rahatsız olur başka bir şey yaparım” demektir. Bu da teknik olarak hatalı bir anlayıştır.

Çünkü… çünkü sevgili okurlar… bugünün şartlarıyla, bugünün bize yaşattığı yeni algılama biçimleriyle, bugünün getirdikleriyle geçmişi sorgulamak hatalıdır. Geçmişin kendi içinde, kendi şartları vardı. Evet… bir çoğumuz geçmişte, o günün şartlarını değerlendirerek pek çok kararlar vermek zorunda kaldık. Aldığımız kararların bazıları bizi mutlu etti bazıları bizi üzdü. Ama dönüp de karar aldığımız güne lanet okumak, aldığımız kararı kıyasıya eleştirmek iyi değil. O dönemde yapılabilecekler arasında en iyisini yaptığınızı düşünmeniz gerekir. Bu düşünce şekli aynı zamanda bizi depresyona girmekten korur. Geçmişte insanlar bir masa bir sandalyeye gelin gidiyordu, günümüzde maşALLAH bir iğneleri bile eksik olmadan evleniyorlar. Annelerimizin başlarını duvara mı vurması gerek bu durumda ucuza gittikleri için? Elbette hayır. Geçmişin yaşam şartları öyleydi, bugün farklı.

Komşunun kızı geçen hafta dayalı döşeli bir eve gelin gitti diye, insan kendi yirmi yıllık kocasından soğur mu? Soğumamalı elbet. Ama kişi soğuyorsa, aslında orada eşyadan daha önemli eksikler var demektir. Eşiyle arasında yeterince doyumlu bir ilişki oluşamamış demektir. Eşyanın arkasına gizlenmiş, duygusal açlıklar hat safhada demektir.



Şunu vurgulamadan geçemeyeceğim: Gerçek evliliklerin, gerçek ilişkilerin bu ve benzeri sorunları olmaz. Pişmanlıklar, kahretmeler yaşanmaz. Günlük tatlı ve çözülebilir zorluklar olur o kadar.

Bunun yanında iyi başlayan, güzel hayallerle kurulan evlilikler de vardır ki çeşitli gerekçelerle devam edemeyebilir. Burada söylemek istediğim, evliliği bitirme gerekçelerinizin sudan sebepler olmaması. Zamanın trendlerine uyarak, moda haline gelen sorunlarla ilişkilerinizi yıkmayın lütfen.

Onun kocası öyle yapıyor diye sizinkinin de aynısını yapması gerekmez. Birinin hanımı şöyle yapıyor diye, kendi eşinizden aynı şeyleri birebir bekleyemezsiniz. Herkes birbirinin aynısı davranacak olduktan sonra, Ahmet’le ya da Mehmet’le evlenmenin ne farkı olacaktı ki? Hepsi aynı fabrikadan çıkmış davranışlar sergileyecekse eşiniz Ayşe veya Fatma olmuş ne çıkar?

Oysa ki…! oysa ki her evlilik kendi sürecini doğurur sevgili okurlar. Her ilişki kendi “iç yaşam kuralları”nı “kendisi” belirler. Her evliliğin, her ilişkinin kendi iç ihtiyaçları zaman içinde belirir ve bu ihtiyaçları giderme yöntemleriyle birlikte yeni bir yapılanma oluşur. Böylece bizim ailenin yaşadıklarıyla, sizin ailenin yaşadıkları birbirinden farklı olur. Basmakalıp davranış örüntüleri hayatımıza giremez bile.

Bir önceki yazıda da söylemiştim ya iyi ki müslümanız diye. Kur’an’a tabi olup ayetleri bol bol okuyanlar bilirler. Şeytan’ın ilk işi Hz.Adem İle Hz.Havva’nın arasına girip, birbirleriyle olan diyalog kopukluklarından istifade ederek ve sanki onlar için dostluk ediyormuş gibi davranarak, yasak ağaca yaklaşmalarını sağlamak olmuştur. Yani enteresandır, şeytanın ilk vukuatı, eşlerin arasına girmek olmuştur.

İkinci vukuat yine aileye yönelik. Cennetten kovulduktan ve kendisine süre verilenlerden olduktan sonra; kardeşlerin arasına nifak sokmak ve birisini diğerine karşı kışkırtarak “ilk kan”ın dökülmesine vesile olmak.

Bizler inanıyorsak bilmeliyiz ki şeytan boş durmuyor. Trenler değiştiyse şeytanın hileleri de değişti! Artık öbür kadınları erkeklere daha güzel gösteriyor, daha bakımlı, daha düzgün fizikli…! Öteki erkekleri daha iyi koca gösteriyor, daha ilgili, daha sevgili, daha romantik…! Ya da evlilikten soğutuyor ki işini kolay yapsın. Şeytan bile biliyor ki yalnız bir insanın depresyona girmesi, ailesiyle mutlu ve huzurlu yaşayan bir insana göre çok daha kolay. İnsanı yok etmek, toplumları mahvetmek için, öncelikle kişileri “yalnız bireyler” haline getirmek zorunda. Aile çökünce, toplumun çöküşü de daha kolay. O zaman bence herkes aklını başına alsın ve bu gidişata bir dur desin. Her erkek, öteki bayana gösterdiği şirinliği ve saygıyı evdeki kendi eşine gösterse, her bayan eşinden beklediği ilgi ve şefkati, kendisi öncelikle kocasına gösterse niye birbirlerinden kopsunlar ki?

Özetle diyorum ki “Kopyala/Yapıştır” evlilik olmaz! İki insan bir araya gelecek ve kendi ailesini ikisi birlikte oluşturacak. Kendi ailesinde, kendi ürettikleri güzellikleri yaşayacaklar.

Başkalarının yaşadıklarını kopyalamaya harcayacakları enerjiyi, birbirlerini keşfetmeye ve birbirlerini mutlu etmeye harcasalar ne sorun kalır ne pişmanlık zaten…

Sevgiyle -ve kendi ailenizle- kalın…

Mehtap Kayaoğlu

Gelin-Kaynana Meselesi !

Sual: Bir çocuklu evli bir erkeğim. Hanımım kapalı ve namazını kılıyor. Fakat annem babam hanımımı istemiyorlar, hep ona hakaret ediyorlar. Ben de, hanıma annem babamla iyi geçin diyorum, annemi babamı üzgün görünce hanımıma kızıyor, vuruyorum. Baktım bu iş böyle gitmeyecek nihayet hanımı götürüp çocuğumla birlikte ana babasının evine bıraktım. Ne tavsiye edersiniz?
CEVAP
Kapalı ve namazını kılan bir hanım büyük nimettir. Nimetin kıymetini bilmezseniz elinizden çıkar.
Gelin kaynana meselesi yeni değildir. Bunun çözümü evler ayrı olmalıdır. Eğer gelin kaynana kavga ediyorlarsa hiç görüştürmemek daha uygun olur.

Ana babanın isteği ile hanım dövülmez, hanım bırakılmaz. Yaptığınız çok çirkin ve çok yanlış. Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Kadınlarınıza eziyet etmeyin! Onlar, Allahü teâlânın sizlere emanetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin!) [Müslim]

(Haksız olarak hanımını dövenin, Kıyamette hasmı ben olurum. Hanımını döven, Allah ve Resulüne asi olur.) [R.Nasıhin]

(Bir mümin, hanımına kızmasın! Kötü huyu varsa, iyi huyu da olur.) [Müslim]

(Kadın, zayıf yaratılışlıdır. Zayıflığını susarak yenin! Evdeki kusurlarını görmemeye çalışın!) [İbni Lal]

(Müslümanların iman yönünden en üstünü, ahlakı en güzel olanı, hanımına, en iyi, en lütufkâr davranandır.) [Tirmizi]

(Müslümanların en iyisi, en faydalısı, hanımına en iyi, en faydalı olandır. Sizin aranızda hanımına karşı en iyi, en hayırlı, en faydalı olan benim.) [Nesai]

(Hanımına güler yüzle bakan erkeğin defterine bir köle azat etmiş sevabı yazılır.) [R. Nasıhin]

(Hanımının ve çocuklarının haklarını ifa etmeyenin namazları, oruçları kabul olmaz.) [Mürşid-ün-nisa]

Eve gelince hanımına selam verip hatırını sormalı, üzüntü ve sevincine ortak olmalıdır. Çünkü, o başkalarından ümitsiz ve yalnız kendisine alışmış bulunan dostu, dert ortağı, kendini neşelendiricisi, çocuklarının yetiştiricisi ve çeşitli ihtiyaçlarının gidericisidir.

Âyet-i kerimede mealen buyuruluyor ki:
(İyi kadınlar, Allah’a itaat eder ve kocalarının haklarını gözetir. Kocaları yokken, onların namuslarını ve mallarını, Allah’ın yardımı ile korurlar.) [Nisa 34]

Erkek, hep kendini kusurlu görmeli, (Ben iyi olsaydım, o böyle olmazdı) diye düşünmelidir. Hanımının iyiliğini, iffetini Allahü teâlânın büyük nimeti bilmelidir. Onun huysuzluklarına iyilikle muamele etmeli, iyiliği çoğalıp, her işi seve seve yapınca, ona dua etmeli ve Allahü teâlâya şükretmelidir. Çünkü, uygun bir kadın büyük bir nimettir. İyi davranmak, sadece hanımı üzmemek değildir. Onun verdiği sıkıntılara da katlanmak demektir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Hanımının kötü huylarına katlanan erkek, belalara sabreden Hazret-i Eyyüb gibi mükafatlara kavuşur.) [İ.Gazali]

İyi müslüman olmak için hanım ile iyi geçinmek şarttır. Kur'an-ı kerimde de mealen, (Onlarla iyi, güzel geçinin!) buyuruluyor. (Nisa 19)

ANA BABAYI DİNLEMEYİP EVLENMEK !

Ana-babanın evladı üzerinde seksen kadar hakkı vardır. Bunlardan birkaçı şöyledir: Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ana-babasını hizmetleriyle razı eden, Allahü teâlâyı razı etmiş olur, onları gazaplandıran, Allahü teâlâyı gazaplandırmış olur.) [İbni Neccar]

Hasan-ı Basri hazretleri, Kâbe’yi tavaf ederken sırtında yük olan bir zat görüp der ki:

- Niçin yükle tavaf ediyorsun?

- Bu yük değil, babamdır. Bunu Şam’dan yedi defa getirip tavaf ettim. Çünkü, bana dinimi, imanımı öğretti. Beni İslam ahlakı ile yetiştirdi.

- Kıyamete kadar böyle arkanda taşısan, bir defa kalbini kırmakla bu yaptığın hizmet boşa gider. Bir defa da gönlünü yapsan, bu kadar hizmete karşılık olur.

(Ya Resulallah, annem müşriktir. Ona iyilik etmem caiz midir?) diye sorana, (Evet, annene iyilik ve ihsanda bulun!) buyuruldu. (Ebu Davud)

Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(En faziletli amel, vaktinde kılınan namazdan sonra ana-babaya iyiliktir.) [Müslim]

(Ana-babaya ihsan, bedbahtlığı saadete çevirir, ömrü uzatır ve insanı kötü ölümden korur.) [Ebu Nuaym]

(Ana-babaya karşı gelmek büyük günahtır.) [Buhari]

Şu halde ana-baba zalim olup, evlada zulmetseler de, günah işlemeyi emretseler de, yine onları üzmemeye, küstürmemeye çalışmalıdır! Onları üzücü söz ve hareket caiz olmaz.

Ana-baba kötü bile olsa, yine onlarla iyi geçinmelidir! Ziyaretlerini terk etmek büyük günahtır. Hiç olmazsa, selam göndererek, tatlı mektup yazarak, telefon ederek, bu günahtan kurtulmalıdır!

Babasına asi gelen, çocuğundan mürüvvet göremez, muradına kavuşamaz, ailesi ile geçinemez, evinin tadı bozulur. (Şir’a)

Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

(Ana-babasının rızasını alan mümine Cennetten iki kapı, üzene de Cehennemden iki kapı açılır.) [Beyheki]

(Ana-babasını razı eden mümin, ne yaparsa yapsın Cehenneme girmez, inciten de Cennete girmez.) [Şir’a]
Cihad için izin isteyen birine Peygamber efendimiz, ana-babasının sağ olduğunu öğrenince, (Burada kal, onlara hizmet et, onlara hizmet cihaddır) buyurdu. (Buhari)

Cihada gitmek için gelen başka birisine de buyurdu ki:
(Annenin yanından ayrılma! Cennet onun ayağı altındadır.) [Nesai]

Biri de, hicret etmek için gelip, (Ya Resulallah, ana-babamı ağlatarak geldim) dedi. Peygamber efendimiz, bu duruma üzülerek buyurdu ki:
(Hemen git, onları ağlattığın gibi güldür!) [Ebu Davud]

Hak teâlâ, buyurdu ki:
(Ya Musa, benim indimde çok ağır ve büyük bir günah vardır ki, o da, ana-baba evladını çağırınca, emrine uymamasıdır) [İ.Ahlakı]

Hak teâlâ buyuruyor ki:
(Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik.) [Ahkaf 15]

Hasan-ı Basri hazretleri buyurdu ki:

(Âlim bir evladın ana-babası kâfir olsa, kuyudan su çekmeleri için ona muhtaç olsalar, o da birkaç kova çektikten sonra öf dese, bu sebeple bütün amellerinin sevabı yok olur.)

Peygamber efendimiz, (Ana ile çocuğun arasını açan kimseye lanet olsun) buyurmuştur. (Gunye)

Ne yapıp yapmalı, onların rızalarını almaya çalışmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Rabbin rızası, ana-babanın rızasında, gazabı da, ana-babanın gazabındadır.) [Buhari]

Üzmekten çok korkmalı. İsra suresinin 23. âyet-i kerimesinde ana-babaya iyi davranmak, onlara yumuşak ve tatlı söylemek emredilmektedir.

Salih ana babanın rızalarını almadan onları üzerek evlenmenin tehlikesini bu âyet ve hadis-i şeriflerden iyi anlamalıdır.



(Rabbin rızası, ana-babanın rızasında, gazabı da, ana-babanın gazabındadır.) [Buhari]

Bir Kalbe Bu Kadar Sevgi Nasıl Sığıyor? Ya Ali (ra) - Aşk & Sevgi

Hazreti Fatıma(r.anhâ)'nın yanlarında olmadığı bir anda Resulullah Efendimiz(s.a.v.), Hz.Ali'ye sırasıyla; Allah'ı, Resulü'nü, Fatıma'yı ve çocuklarını sevip sevmediğini sordu.Hz.Ali kerremellahü vecheh, hepsine ayrı ayrı “Evet” cevabını verdi.Peygamber Efendimiz (s.a.v):

-Ya Ali! Gönül bir tane, sevgi ise dört.Bir kalbe bu kadar sevgi nasıl sığıyor? diye sordu.Hz.Ali (r.a.) cevap veremedi.Oradan ayrılıp evine geldi.Hz.Fatıma(r.anhâ), eşini düşünceli görünce sebebini sordu.O da anlattı.Yüksek bir akıl, kuvvetli bir zeka, üstün bir basiret ve firasete sahip olan Fatıma validemiz tebessüm ederk şöyle dedi:


-Ey Ali, babamın yanına git ve bu soruyu, şöyle cevaplandır:


“Ya Resulallah! İnsanın, sağ-sol-ön-arka diye yönleri olduğu gibi, kalbin de muhtelif cihetleri vardır.İşte ben, Allahu Teala'yı aklım ve imanımla; sizi, ruhum ve imanımla; Fatıma'yı nefsimle, çocuklarımı da babalık şefkatimle severim.”


Hz.Ali (r.a.) sevinçle yerinden kalkarak Resulullah (s.a.v) Efendimiz'in yanlarına gider ve önceki suali yukardaki gibi cevaplandırır.


Resulullah Efendimiz (s.a.v), bu cevabın Hz.Fatıma'dan olduğunu ima ederek tebessümle,


-Ey Ali, bu sözler senin değil; ancak peygamber ağacının dalından toplanmış meyvelerdir, buyurur.


“Ya Resulallah! İnsanın, sağ-sol-ön-arka diye yönleri olduğu gibi, kalbin de muhtelif cihetleri vardır.İşte ben, Allahu Teala'yı aklım ve imanımla; sizi, ruhum ve imanımla; Fatıma'yı nefsimle, çocuklarımı da babalık şefkatimle severim.”

Evlilikte İlk Adım Tanışma Adabı - Evlenecek kimselerin görüşmesi

Evlilikte İlk Adım Tanışma Adabı

Eşler birbirinin rızkı gibidir. Bu rızık da Levh-i Mahfuz'a yazılmıştır; zamanı gelince, sahibini bulur. Ancak yine de bizler bu rızkı edebine uygun aramakla yükümlüyüz.


Evlilik, ilahi takdirle belirlenmiştir ve kimin kime nasip olacağını ancak bilir. Eşler birbirinin rızkı gibidir. Bu rızık da Levh-i Mahfuz'a yazılmıştır; zamanı gelince, sahibini bulur. Ancak yine de bizler bu rızkı edebine uygun aramakla yükümlüyüz. Bu nedenle evlenme niyetinde olan her müminin bu edepleri öğrenmesi gerekir. Aksi halde hem mesul hem de mutsuz olur.

Öncelikle evliliğin bir eğlence aracı olmadığını bilmeliyiz. Bir ömrü kapsayan bu sünnetin asıl hedefi, helalinden yuva kurmak, haramlardan korunmak, nesil yetiştirmek, hayat nimetine fiilen şükretmek ve nefsi terbiye etmektir. Zaten aileyi özel ve değerli yapan şey de ondaki niyet ve hedef değil midir? Hedefi edep ve cennet olmayan evlilikler, oyun ve eğlenceden ibaret olur. Böyle bir evlilik üzerine aile kurulamayacağı gibi, onunla insan terbiyesi de gerçekleşmez.

Evlenecek kimselerin görüşmesi

Erkeğin evlenmek istediği kızı, kızın da erkeği görmesi sünnettir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) evlenmek isteyenlere, alacakları kızı önce görmelerini tavsiye ederek şöyle buyurur: ", bir erkeğin kalbine, bir kadınla evlenme düşüncesi koyarsa, ona bakmasında bir günah yoktur." Dinimize göre evlenme niyetinde olan kız ve erkek ancak kızın ailesi veya yakın akrabalarından birinin yanında özel gösrüşme yapabilir, tanışıp konuşabilir. Bir defa görüşmek yeterli olmadı ise aynı şartlarda, yani aileden birinin eşliğinde gerektiği kadar görüşme yapabilir.

Erkek evlenmek istediği kızın yalnız yüz ve ellerine bakabilir. Zira yüz ve ellerin görülmesi kadının güzelliğini ve bedenin durumunu anlamak için yeterli sayılır. Her iki taraf için aranacak en önemli özellik ise akıl ve güzel ahlak olmalı. Damat ve gelin adaylarının tanınması için aile çevresi de yardımcı olmalı. Adaylar hakkında doğru bilgi verilmeli, erkek ve kadının evliliğe mani olacak ve ileride sorun çıkaracak bir durumları varsa, bu önceden belirtilmeli.

Yuva kurulurken damat ve gelin adayları hakkında bilinen kusurların söylenmesi gıybete girmez. Her iki tarafta yuvanın huzurunu bozacak, güzel geçime mani olacak ne tür kusur varsa onları söylemek haram olmaz, gerekli görülür. Özellikle eşleri birbirinden neftret ettirecek bedeni hastalıklar ve ruhsal bozukluklar varsa, tanışma safhasında açıkça söylenmeli. Çünkü önceden saklanan bu durumlar daha sonra pişman olunacak bir evlilik yapılmasına neden olabilir. Evliliği zora sokacak ciddi aldatma ve yalan beyan durumunda, her iki taraf için de boşanma yolu açılır.

Usulsüz görüşmeler

Evlenmek ile eğlenmek ayrı şeylerdir. Hiçbir yabancı kadın ya da erekle eğlenme yahut vakit geçirme için görüşüp konuşma, dertleşme, gizlice buluşma ve arkadaş olmanın olmadığını bilmeliyiz. Bu tür işler nefse hoş gelse de biraz ötesi düşünüldüğünde gereksiz ve zararlı olduğu anlaşılır. Zamanımızda flört denen bu ilişki başta kadın olmak üzere her iki tarafı da yıpratacak sonuçlar doğurur. Evlenme niyetinde olan kişilerin, telefon ve benzeri iletişim araçları ile görüşmesi de ihtiyaç kadar olmalı, nikah kıyılmadığı müddetçe adayların birbirine yabancı olduğu unutulmamalı. Görüşülen kimse ile gönüller kaynaşmaz, diller anlaşmaz ve zevkler uyuşmaz ise, şartlar zorlanmamalı. Çözümü olanaksız bir durum varsa iş ilerlemeden ayrılmalıdır.

Evlenecek erkek veya kadın, anne ve babasının duasını almayı da ihmal etmemeli. Çünkü anne babayı haksız yere üzüp de yüzü gülen kimse yoktur. Ancak ebeveynler dinen haram bir şey istiyorlarsa, o zaman kendilerine uyulmaz. Bir kızı, hiç tanımadığı veya tanıdığı halde sevmediği bir erkeğe zorla vermek de dinimizde değildir. Babanın böyle bir hakkı yoktur.

için bak!

Mugire b. Şu'be (r.a) anlatıyor: "Hz. Peygamber'e (s.a.v) bir kızla evlenmek istediğimi söyledim; Rasulullah Efendimiz (s.a.v), "Gidip istediğin kızı gör; böyle yapman aranızda muhabbeti temin için daha uygun" buyurdu. Ben de kızın ailesine giderek, durumu haber verdim ve kızlarını görmek istediğimi söyledim. Kızın anne babası bunu hoş karşılamadı. O sırada kız perde gerisinde bizi dinliyordu. Benim kendisiyle görüşmeden geri döndüğümü görünce, anne babasına, "Şu adamı bana çağırın!" dedi. Beni geri çağırdılar. Kız perdenin dışına çıkarak bana "Eğer Rasulü (s.a.v) senin beni görmeni emrettiyse, bana bak; yoksa için söylüyorum, ben bu işi hoş görmem" dedi. Ben de kıza baktım ve kendisini beğendim. O da bana razı oldu ve evlendik. Kendisiyle huzurlu bir hayat sürdüm."

Eşler el ele vermeli

Derdimiz önce insanlığa hizmet olmalı. Bunun için eşler el ele vermeli. "Allah için ver" deyince vermeli. "Allah için yola çıkıyorum." deyince uğurlamalı. Allah'a giden yolda hayat arkadaşına omuz vermeli. Tıpkı Peygamber kocasına Hira Dağı'na yemek taşıyan Hz. Hatice, İslâm için şehit olan Ammar ve Sümeyye, yalın ayak kızgın çöller üstünde yan yana hicret eden sahabe gibi…
Böyle eşler için söz sultanı ne güzel söylüyor: "Bahtiyardır o adam ki, refika-i ebediyesini (ebedi arkadaşını) kaybetmemek için saliha (dindar) zevcesini taklit eder, o da salih olur. Hem bahtiyardır o kadın ki, kocasını mütedeyyin görür, ebedi dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur, saadet-i dünyeviyesi (dünya saadeti) içinde saadet-i uhreviyesini (ebedi saadetini) kazanır."

evli olanlar,evlenmeyi düşünenler...

Olay İngiltere'de geçiyor: Yaşlı bir bey, sabah erken evindençıkmış, yolda ilerlerken,bir bisikletlinin kendisine çarpması ile yere yuvarlanmış ve hafifyaralanmış. Sokaktan geçenler yaşlı beyi hemen en yakın sağlıkbirimine ulaştırmışlar. Hemşireler, adamcağızın yarasına pansuman yapmışlar,ama'biraz Beklemesini ve röntgen çekerek her hangi bir kırık veya çatlakolupolmadığını inceleyeceklerini' söylemişler.Yaşlı bey huzursuzlanmış, 'acelesi olduğunu istemediğini'söylemiş. Hemşirelermerakla acelesinin sebebini sormuş. Adamcağız da 'karım huzur evindekalıyor her sabah onunla kahvaltı etmeye giderim, geçkalmak istemiyorum' demiş.'Karınızın, siz gecikince merak edeceğini düşünüyorsunuzherhalde' Demiş hemşire.Adam üzgün bir ifade ile 'ne yazık ki karım Alzheimer hastası vebenim kim olduğumu bilmiyor' demiş. Hemşireler hayretle 'madem sizin kimolduğunuzu bilmiyor neden hergün onunla kahvaltıyapmak için koşuşturuyorsunuz' demişler.Adam buruk bir sesle 'ama ben onun kim olduğunu biliyorum' demiş....
Vesselam..

HZ.PEYGAMBER(SAV) DEN KÖRDÜĞÜM GİBİ BİR SEVGİ

İlk evliliğini 25 yaşlarındayken yapar...

Hanımı kırk yaşlarında dul ve iki çocuk annesidir...

Birbirlerine, bütün insanlığa örnek gösterilecek bir sevgiyle bağlanırlar.

Sevgilerini saygıyla dengeleyerek, evlilik hayatları süresince hiçbir aşırılığın ve sevgi suistimalinin yaşanmasına izin vermezler...

Hz.Hatice ile olan bu beraberlik, onun vefatına kadar yirmibeş yıl sürer.

Yedi çocuğundan altısının annesi Hz.Hatice'dir. En zor günlerinde bütün varlığıyla eşine destek olan Hatice'nin yeri Hz.Muhammed'in kalbinde hep sıcak kalır...

Hz.Hatice'den sonraki hayatında siyasi ve insani sebeplerden de etkilenen çok sayıda evlilikler yapar.Fakat bu evliliklerdeki asıl faktör, peygamberlik görevinin toplumsal boyutuna ait sorumluluklarını hakkıyla yerine getirebilme düşüncesidir.

Bu ikinci dönemde en içten bağlandığı eşi Hz.Aişe olur. O'nu da sever, öyle ki Hz.Aişe vefat edinceye kadar imzasını "Ebubekir kızı Aişe, Allah'ın sevgilisinin sevgilisi" olarak atacaktır.

.......................

Meclise yakın bir yerde Habeşistanlı zenci müslümanlar yerel bir oyun oynamaktadırlar. Hz.Muhammed'in aklına eşi Aişe gelir. Eve gider ve

- Aişe, gel sen de seyret, der

Hz.Aişe oyunu;

- Ben de yanağımı Allah'ın Elçisinin omuzu üzerine koyarak seyretmeye başladım, diye anlatır.

oyun uzun sürer, Hz. Muhammed arada bir ;

- Doymadın mı? diye sorar, Hz. Aişe kendi değimiyle "bana olan sevgisini denemek için";

-Hayır, diye cevap verir. Hz. Muhammed yorulmasına rağmen sesini çıkarmaz, ayak değiştirerek dikilmeye devam eder.

........................



Hz.Aişe ile beraber yemek yerken özellikle dikkat eder, bardağın Aişenin içtiği yerinden su içer, et yiyorlarsa aişenin ısırdığı eti elinden alıp, onun ağzının değdiği yerden ısırır, kendi elleriyle Aişeyi yedirir.

........................



Kalabalık bir grup içindedirler, Bir arkadaşı uzun bir zamandır merak ettiği soruyu sorar.

-Ey Allah'ın elçisi en çok kimi seviyorsunuz? Cevapta hiç bir çekingenlik ve kompleks yoktur.

- Aişe'yi. Aynı soru evliliklerinin başında Hz.Aişe tarafından da sorulur.

- Beni nasıl seviyorsun?



- KÖRDÜĞÜM GİBİ.....

Hz. Aişe aldığı cevaptan o kadar hoşnut olur ki, ilerleyen yıllarda sık sık sorusunu yineler.

- Ey Allah'ın elçisi! Kördüğüm ne alemde?

- İLK GÜNKÜ GİBİ ...

GERCEK VE iBRETLi OLAY

Bir acelesi oldugunu, onu görür görmez anlamistim. Saganak halinde yagan yagmura aldiris bile etmiyor ve bükülmüs haline ragmen saga sola kosuyordu. Yanina sokularak:

- Hayrola teyzecigim, dedim. Bir derdiniz mi var?

Sicak bir tebessümle:

- Buralarin yabancisiyim evladim, dedi. Hastane tarafina gidecek bir araba ariyorum.

- Biraz beklerseniz ayni dolmusa binebiliriz, dedim. Oraya geldigimizde size haber veririm.

Tesekkür ederek yanima yaklasti ve küçük bir çocuk gibi semsiyenin altina girdi. Nurlu yüzü yagmur damlaciklariyla islanmis ve yanaklari pembe pembe olmustu.

- Torunlarimdan biri menenjit geçirdi, diye devam etti. Ziyaret saati bitmeden dolasmak istemistim."

- 20 dakikaniz var, dedim. Hastaneye yakin ama, bu havada pek araba bulunmuyor. Duraga herkesten önce geldigimiz için, dolmusa da rahatça binecegimizi zannediyordum. Ancak araba yanastiginda, arkamizda duran 4-5 kisinin bir anda hücum ettigini gördüm. içeriye dolusan ve arkadas oldugu anlasilan adamlara:

- ilk önce biz gelmistik, dedim. Sirayi bozmaya hakkiniz var mi?

Ön koltukta oturani:

- Hak istiyorsan Hakkari'ye gideceksin arkadasim, dedi. Hem oradaki haklardan KDV'de alinmiyormus.

Bu laf üzerine attiklari kahkahalarla bindikleri araba sarsilmis ve sinirlerim allak bullak olmustu. Sakinlesmeye çalisarak:

- Ben biraz daha bekleyebilirim, dedim. Ama su ihtiyar teyzenin hastaneye yetismesi gerekiyor.

Bu defa soför lafa karisip:

- Teyzenin arabaya falan ihtiyaci yok be kardesim, dedi. Okuyup üfledi mi, hastaneye uçuverir.

Tekrar kopan kahkahalarla birlikte araba uzaklasip gitti. Yasli kadina baktim, tevekkülle susuyordu.

5-10 dakika sonra gelen bir baska dolmusa onunla beraber bindim ve soföre "teyzeyi hastanede indirmesini" söyledim. Yasli kadin, yapacagi ziyaretten ümitsiz görünmesine ragmen sikayet etmiyordu. Üstelik trafik de, yari yolda tikanip kalmisti. Soför:

- Yolun bu durumu, hayra alamet degil, dedi. Sebebini anlasam iyi olacak.

Arabayi çalisir vaziyette birakip ileri dogru yürüdü ve biraz sonra döndügünde:

- Kismete bak yahu, dedi. Bizden önce kalkan dolmusa kamyon çarpmis. Heyecanla:

- Bir sey olmus mu? diye atildim. Yani yarali falan var mi?

- Herhalde, diye cevap verdi. Dolmusta bulunanlari, teyzenin gidecegi hastaneye kaldirmislar.

Göz ucuyla yasli kadina baktim. Solgun dudaklariyla bir seyler mirildaniyor ve sanki onlar için dua ediyordu. Soför, koltuguna yavasça otururken:

- Kismet iste, diye tekrarlayip, duruyordu.Sen kalk koca bir kamyonla çarpis, hem de Türkiye'nin öbür ucundan gelen Hakkari plakali bir kamyonla...

ISLAMDA HARAM OLAN EVLENME SEKILLERI !!!

Bunlar İslamdan önce cahilliyet devrinde uygulanan nikah şekilleridir. Tamamı batıldır.

Nikah-ı Muta : Cahiliyet devrinden kalan bir nikah şeklidir. İslam'ın ilk yıllarında, özellikle harp zamanlarında, uzun zaman kadınlardan uzak kalan askerler için mut'a nikahına izin verilmiş, Hayber savaşına kadar mübah olan bu nikah Peygamberimizin sünnetiyle yasaklanıp haram kılınmıştır.

Nikah-ı Makt : Dul kalan kadın kocasının mirasına dahil olurdu. Başka karısından çocukları varsa en büyük oğul babasının karısına başkasından daha çok hak sahibiydi. Eğer üvey annesi ile evlenmek istiyorsa onun üzerine bir elbise atar ve onu sahiplenirdi, bu genel bir uygulama şeklini almıştı.

Nikah-ı Şığar : Takas evlenmesi demektir. İki kişi aynı miktar mehirle, kızlarını birbirine evlenmek üzere vermeyi taahüt ederler. Kadına verilmesi gereken mehirden babave kocalar faydalanmış olur.

Nikah-ı İstibda : Kendi soyundan daha asil ve daha zeki bir çocuk sahibi olmak isteyen adam, karısını meziyetleriyle tanınmış bir erkeğe gönderir. Kadın gebe kaldıktan sonra evine döner. Koca gebelik kesin belli oluncaya kadar karısına yanaşmaz. Doğan çocuk kocadan olmuş sayılır ve onun mirasçısı olurdu.

Grup Evlenmesi : Sayıları onu geçmeyen bir grup erkek aynı kadınla cinsel ilişkide bulunurdu. Kadı, gebe kalır çocuk doğurursa, doğumdan bir müddet sonra bu erkeklerin hepsini davet eder ve onlara şöyle derdi: Benimle olan ilişkinizden doğan şeyi biliyorsunuz. bir çocuk sahibi oldum. Erkeklerden birine hitap ederek: "Ey Ebucehil çocuğuna istediğin adı koy" derdi. Bu andan itibaren o kimse çocuğun babası olur ve babalığı red edemezdi.

Serbest Birleşme : Bazı kadınlar bütün erkekleri kabul ederler ve kapılarına bayrak asarlardı. bir çocuk doğurunca bütün müşterilerini toplar ve "kaif" denilen bir kimse çocuğun babasının kim olduğunu tayin ederdi. Artık o kimse çocuğun babası olurdu.

Nikah-ı Bedel : İki erkeğin karılarını muayyen bir müddet için değiştirmeleridir.

Nikah-ı Hidn : Erkek muayyen bir bedel karşılığında bir kaç gün birlikte yaşamak için kadınla anlaşırdı. bu bir nevi metres hayatı şeklinde olan bir birleşmeydi.

Deneme Evlenmesi : Kadının muayyen bir dostu varsa ve bundan bir çocuk doğurmuşsa, beyanı üzerine kadın o kimseye nikahlanırdı. Bu bir çeşit deneme evlenmesiydi.

Kaynak: Büyük Kadın İlmihali, Rauf PEHLİVAN

Evlilikte yaş farkını nasıl değerlendirmek gerekir?

Değerli Kardeşimiz;

Eşlerin yaşça bir birlerinden büyük olmaları evliliğe mani değildir. Özellikle bir iki yaş gibi az bir farklılığın bir sıkıntı olmayacağı kanaatindeyiz.

Evlenecek eşler arasında yaş bakımından bir denkliğin olması önemlidir. Yirmi yaşındaki genç bir kızın elli-altmış yaşında bir erkekle evlenmesi yaş farkı bakımından birtakım sakıncaları doğurur. Bu meseleye ölçü olacak hususları Peygamberimizin (a.s.m.) hayatında görüyoruz.

Hz. Fatıma validemiz evlilik çağına gelince, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gelerek onu Resulullahtan (a.s.m.) istediler. Fakat Peygamber Efendimiz (a.s.m.), "Henüz küçüktür" buyurarak nikâha rıza göstermedi. Aynı talep Hz. Ali'den gelince, uygun gördü ve Hz. Fatıma'yı Hz. Ali ile nikahladı. ( Nesei, Nikah:7) Nitekim, o sıralar Hz. Ebû Bekir 51, Hz. Ömer 42 ve Hz. Ali 24 yaşlarında idiler. Hz. Fatıma ise 18 yaş civarında idi.

Erkekle kadın arasında aşırıya kaçmamak kaydıyla birkaç yaş farkının bulunması uygun görülmektedir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) ile Hz. Ümmü Seleme validemiz arasında birkaç yaş farkı vardı. Peygamberimiz ondan birkaç yaş büyüktü. Bunda bir sakıncanın olmadığını Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle dile getirdiler:

"Bir kadının kendisinden daha yaşlı bir erkekle evlenmesinde bir mahzur yoktur."
Kadının erkekten yaş bakımından biraz farklı ve küçük olmasının fizyolojik açıklaması da vardır. Kadın erkeğe göre daha çabuk yıpranır, 40-50 yaşlarında menapoza girmektedir. Böylece arada 5-10 senelik bu yaş farkı bu dengesizliğe engel olacaktır.

Peygamber Efendimiz (sav) evlilik ile ilgili: “Bir kadınla dört nedenle evlenilir: Mal ve Mülkü, Soyu ve sopu, güzelliği ve gösterişi, dindarlığı ve namuslu oluşu.” Buyurur ve sonuna şunu ekler: “Sen dindar olanını tercih et.”

Dinimize göre evlenilmesi haram olanlar bellidir. Evleneceğimiz kızın bizden büyük olması veya tam tersine bizden küçük olması evlenmeye engel değildir. Burada esas olan kişilerin anlayışı ve uyumudur. Böyle bir evliliğin halk tarafından yadırganması ise çok ta önemli değildir. Yeter ki bizim dinimizi daha iyi yaşayacağımıza ve bir problem teşkil etmeyeceğine kanaatimiz gelmiş olsun.

Nitekim Peygamberimiz, ilk hanımı ve altı çocuğunun anası olan Hz. Hatice validemizle evlendiğinde hanımı kırk yaşındayken, kendisi yirmi beş yaşındaydı. O zaman Mekke’nin en ileri gelen ve en güzel kızları Peygamberimizle evlenmek için yarışıyorlardı. Demek ki güzellik, yaş, soy sop gibi özelliklerden daha çok din, ibadet, namus ve ahlak güzelliğini ele almalıyız. Çünkü, Ahiretimizi burada kazanacağız.
Geçici dünya için ebedi hayatımızı mahvetmeyelim. Unutmayalım ki buradaki eşimiz cennette de eşimiz olacak. Aile ise bizi ya cennete ya da cehenneme götürebilir.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet Editör

EVLİLİK......

—Yaşı geçmiş bir adama sorulur:
Bu zamana kadar neden hiç evlenmediniz?
Adam kendine göre bir kız aradığını 4–4 ‘lük olması gerektiği bir kızla evlenmek istediğini söyler.
—Tekrar sorulur peki hiç karşınıza istediğiniz gibi bir kız çıkmadımı derler?
—Adam ise çıktı ama oda kendisine göre ‘’4-4’lük bir erkek arıyormuş’’ der.

Buradan şunu anlıyoruz erkekler ve kızlar istedikleri gibi insan arıyorlar ama Allah (c.c) kadın ve erkeği bir bütün olarak yaratmış yani kadın ve erkek ikiye bölünmüş 1 elma ikisi de birleşince birbirlerini tamamlarlar. Benim bu yaşamıma kadar gördüğüm kadın çok becerikli olursa erkek beceriksiz oluyor, erkek becerikli olursa kadın beceriksiz oluyor yani ikisi de birbirlerini tamamlıyorlar. Kadın evleniyim eşim bana bilmediklerimi öğretsin der. Erkek ise karım bana yardımcı olsun ben ondan öğreneyim der. Neden ikisi de birbirlerine bilmediklerini öğretmiyorlar ve Allah (c.c) için beraber ellerinden geleni yapmıyorlar.
Vesselam.

İslamda Kadının Eşini Seçme Hakkı

Medine’nin yerlilerinden olan Hidam’ın kızı Hansa, bir gün Aişe validemize gelir ve sorusunu şöyle sorar: Valide, der. Babam beni itibarlı bulduğu akrabasıyla evlendiriyor. Bana sorma gereği duymuyor. Ben de bundan rahatsızlık duyuyorum. Ben bir kız olarak hayat arkadaşımı seçme hakkına sahip değil miyim? İslam bana bu hakkı tanımıyor mu? Babamın seçtiğini seçmeye mecbur muyum? Aişe validemizin cevabı: Şu anda Resulullah evde yok. Birazdan gelir. Sorunu O’na soralım, cevabını da O’ndan birlikte dinleyelim. Sen şuracıkta biraz bekle... Az sonra Efendimiz (sas) teşrif eder. Aişe validemiz de Hansa’nın sorduğu soruyu aynen sorar: Kızın seçme hakkı yok mu, der. Hansa bana böyle bir soru sordu. Babası Hidam onu itibarlı bulduğu bir akrabasıyla evlendiriyor, kızcağıza sorma gereği de duymuyormuş? Bu soruya Efendimiz özel bir ilgi gösterir ve ilk emrini verir: Hemen kızın babası Hidam’ı bulup getirin! Ensar’dan Hidam aranıp bulunur. Resulullah seni istiyor, derler. Telaşla huzura giren Hidam’a Efendimiz’in ilk sorusu: Hidam! Sen kızına sorma gereği duymuyor da kendi beğendiğini mi beğenmeye zorluyorsun? Baba Hidam’ın cevabı hazır: Ya Resulullah, der. Benim beğendiğim iyi bir ailenin akıllı bir çocuğudur. Kızıma layık olan da odur! Hidam, seçtiğin bu gençle hayatı yaşayacak olan sen misin, yoksa kızın mı? Kızımdır ya Resulullah! Öyle ise hayatı kim yaşayacaksa son söz de onun hakkı değil mi? Kızın yaşayacağı genci beğenme hakkına sahip olmazsa, beğenmediği gençle nasıl mutlu yaşayacak? Efendimiz sözünü söyler ve şöyle bağlar: Hemen kızına sormadan yaptığın bu anlaşmayı durdur! İşte bu sırada ötelerden beklenmedik bir ses gelir: Ya Resulullah, babamın seçtiğine artık ben de evet, diyorum. Anlaşmayı durdurmasın! Bundan sonra da şu fevkalâde güzel açıklamayı yapar Hansa kız. Der ki: Babamın kendi seçtiğini seçmeye beni mecbur bırakması, şehirde, ‘Kızların seçme hakkı yoktur.’ gibi bir düşüncenin yayılmasına sebep oldu. Bu yüzden sorma gereği duydum. Şimdi anlaşıldı ki, kızların seçme hakkı vardır. Ailesi kendi seçtiğini seçmeye kızlarını zorlayamaz. Artık ben babamın seçtiğine kendi isteğimle evet, diyorum. Sözünden dönme durumunda kalmasın babam! Elbette hiçbir baba kızına kötü aday seçmez...( Ahmet Şahin, 13 Mart 2007)
Halife Hazret-i Ömer'in (ra) "Biz İslam'dan önce kadınları insan yerine koymazdık.islam gelince onlara hem ayetlerde hem de hadislerde yer verdi, erkekler gibi hakları anlatıldı. Ondan sonra biz kadınların da erkekler gibi hakları olduğunu düşünür hale geldik!.." (Buhari, Müslim).Bir tespit de oğlu Abdullah'tan. "Biz kadınlar hakkında ileri geri konuşmaktan korkar olduk, vahiy gelir de bizi azarlar kadın hakları konusunda diye!

GARİP AMA GERÇEK

“İsraf haramdır” Öyle ki; denizden abdest almanız gerekse, onun bile suyunu israf edemezsiniz.
- Yeryüzünün en müsrif ülkelerinden biriyiz. (İstanbul’da 1 günde çöpe atılan ekmek, Norveç’in 1 günlük ekmek tüketimine eşit.)

İlk emri “İkra: Oku” olan bir dine mensubuz.
- Nüfûsumuzun %40’ı okuma yazma bilmiyor, bilenleri de tahsil hayatlarından sonra, hiç kitap okumayan yarı câhil kesimin içinde…

Peygamberimiz (A.S.M.) buyurmuşlar ki: “Küllü müneccimin kezzap: Bütün müneccimler yalancıdır.”
- Evlerimizde at nalından nazar boncuğuna kadar yaygın fal alışkanlığı ile, gâipten habercilik modası…

“Komşusu açken, tok yatan bizden değildir” hadîsi…
- Bırakınız komşusunun açlığını bilmeyi, senelerce aynı kattaki komşuyu bile
tanıma imkânını elimizden almış apartman hayatı…

“Kötü bir adamın işimize gelmeyen doğru sözünü inkâr, günahtır” hadîsi…
- İyi bir adamın işimize gelmeyen sözünü iyi bir sözünü bile inkârcılığımız…

“İnandığın gibi yaşamalısın” hükmü…
- Âyet ve hadîsleri kendimize uydurma ve sahte bir rahatlıkla avunma alışkanlığımız…

“Rızkın onda dokuzu ticârettedir.” buyuruluyor:
- Ticareti asırlarca adetâ yasaklayıp yabancıların eline bırakmış ve neredeyse günah saymışız…

Müslüman kardeşinden 3 günden fazlasını dargın kabul etmeyen dinimiz…
- Birbirini kâfir ilân etme göreviyle hem-hâl Müslümanlar…

“Allah’ın dinine yardımcı olun” âyeti.
- “Biz yardımcı olmayalım (hâşâ) O bize yardımcı olsun alışkanlığı.

“Bugün, Allah için ne yaptın” sorusu…
- “Bugün Allah’tan başka her şey için, her şey yaptım” cevabı…

“Dünya rahatlık yeri değildir ve dünyada rahatını arayan ahmaktır” buyuran bir Peygamber…
- Rahatını ve keyfini her şeyin üstünde tutan bizler…

Şekle değil ruha, kalıba değil gönüle öncelik tanıyan inançlarımız…
- Kurtuluşu sadece dış görünüş, sakal, bıyık ve elbise’de arama gafleti…

“Her işini düzgün yaptıktan sonra, gerisini Allah’a havale et”
- Her işi yanlış yapıp, neticesindeki eksikliği de şanssızlığa bağlayan bizler.

Hadîs: “Kimsenin namazına, orucuna bakmayın, parayla olan muamelesine bakınız…”
- Para hırsından gözü dönmüş insanımız ve holdingleşmiş tebliğ cemaatleri…

“Sık sık ölümü hatırlayınız” emri…
- Ölümü unutmak için, mezarlıkları bile şehrin dışına taşıyan dünya sevgimiz…

“Kul, yâni abd olunuz” emri…
- Ve sonuçta A.B.D.’lileşmekle verdiğimiz cevap…

Islamda Flört

Kadın-erkek arasındaki duygusal ilişki. Flört etmek, kadın ve erkeğin duygusal ilişki kurması. Batı toplumlarında flört, gençlerin duygusal açıdan olgunlaşmalarını, çeşitli komplekslerinden kurtulmalarını, cinsellik konusunda bilgilenmelerini, eşlerin evlilik öncesinde birbirlerini tanıyarak bilinçli bir beraberlik oluşturmalarını sağlayacak bir tecrübe ve eğitim biçimi olarak kabul edilmiş ve hoş görülmüştü. Fakat duygusal ilişkiler, kendisine ilişkin bütün düşünce ve varsayımların iflasını ilan edercesine büyük bir hızla fiziksel ilişkiye dönüşerek gündemden düştü. Batılı toplumlar günümüzde bir yandan bir süre önce son derece masumane ilişkiler olarak baktığı flört olayının önüne yığdığı toplumsal sorunlarla boğuşurken, bir yandan da artık duygusal ilişkinin yerini alan cinsel özgürlük gibi kavram ve olguları tartışmaya başladı.

Kadın-erkek arasında serbestçe kurulan ilişkilerin farklı bir sonuca varması mümkün değildir. Çağımızın önde gelen ruhbilimcilerinden Erich Fromm izlenerek söylenirse, karşıt cinsler arasındaki duvarın yıkılması durumunda duygusal ilişkilerin karşı konulmaz bir cinsel isteğe dönüşmesi kaçınılmazdır. Bu cinsel isteğin tek amacı da birleşmektir. Bu nedenle bu tür ilişkiler düşünüldüğünün tersine sürekli değildir ve utanç, umut kırıklığı, nefret ve düşmanlıkla noktalanır. Böylesine olumsuz bir biçimde sonuçlanan ilişkiler doğal olarak birçok bireysel ve toplumsal soruna neden olur. Ruhsal bunalımlar, aileden kopmalar, kötü yollara düşmeler, çocuk denilecek yaşta ortaya çıkan gebelikler, terkedilmiş gayr-i meşrû çocuklar, intiharlar bu tür ilişkilerin Batı toplumlarının önüne yığdığı sayısız sorundan yalnızca birkaçıdır.

İslâm, yalnızca ortaya çıkan sorunlara çözümler getiren bir inanç ve hukuk sistemi değil, aksine, getirdiği kurallarla öncelikle sorunların ortaya çıkmasını önleyen bir dindir. İslâm'ın bu özelliği kadın-erkek ilişkileri alanında da kendini göstermekte, İslâm toplumlarında, Batı örneği câhili toplumların karşı karşıya geldiği sorunların ortaya çıkmasına imkan tanımamaktadır.

İslâm, toplumun çürümesine neden olan başlıca amillerden birisi kadın-erkek arasındaki gayr-i meşrû cinsel ilişkiyi (zina, fuhuş) yasaklamış, caydırıcı bir etken olarak cezaî müeyyideler getirmiştir. Fakat asıl önemlisi bireyleri bu tür fiillere götürecek bütün yolları kapatması, oluşmasını önleyici tedbirler almasıdır. Bu tedbirlerin başında karşıt cinsteki yabancı kişilerin yalnız başlarına bir arada bulunmaması kuralı gelir. Hz. Peygamber, böyle bir durumun doğuracağı tehlikeli sonuçlara dikkat çekmek üzere, "Çünkü -bu takdirde- üçüncüleri şeytandır" (İbn Hanbel, Müsned, I, 227, III, 339) buyurur. Diğer bir önleyici kural da tesettür ve sürekli bakış gibi uyarıcı davranışlardan kaçınma (en-Nur, 24/30-31) kuralıdır. Dokunma, el sıkışma ve benzeri fiziki temas yasağı da başka bir önlemdir (el-. Mavsılî, el-İhtiyarî Ta'lili'l-Muhtar, IV, 156). İslâm'ın kadın-erkek ilişkileri hakkında getirdiği hüküm ve kurallar açısından bakıldığında flörtün bütünüyle İslâm sınırlan dışında kaldığı görülür: Çünkü, biçimi, şartlan ve sonuçlan bakımından İslâm'ın hüküm ve kurallarına ters düşen bir ilişki biçimi olarak ortaya çıkmaktadır.

İslâm insanın cinsel yönünü görmezden gelip bu alandaki ihtiyaçlarını yok saymaz. Tersine, bu yönünün meşrû' ve hem birey, hem de toplum için yararlı olabilecek biçimde tatminini öngörür. Evlilik kurumunun önemli varlık nedenlerinden birisi de insanın cinsel ihtiyaçlarının böyle bir yönde karşılanmasıdır. Bu nedenle İslâm'da evlilik teşvik edilmiş, olabildiğince kolaylaştırılmaya çalışılmıştır.

SANAL ALEM - SANAL ALEMDEKİ AHLAKSIZLIK NEDEN ARTIYOR

Sanal alemdeki ahlaksızlığın artmasının Teknolojik Psikolojik Sosyolojik
veya Ekonomik çok çeşitli nedenleri vardır
Sanal alem ve etkileri daha Sanal alem
Türk-İslam toplum yapımızın içine alınmadan araştırılamadığından
Getireceği sonuçlar ciddi olarak Dini ve Bilimsel kişi yada kurumlarca
araştırılamadığından
Batı endeksli olan her yenilik toplum bünyemize araştırılamadan
incelenemeden girdiğinden
Uygunluğu test edilemeden
ve testi yapılamayan her türlü materyalin kontrolüde yapılamadığından
ahlaksızlığın boyutları artmaktadır
Şimdi ise müsbet ve menfi sonuçlarını hep birlikte görmekteyiz
ve artık geriye dönüşü olmayan bir yola girilmiştir
Batı kültüründen devşirme Sanal Alem ile
Türk-İslam toplumundaki ahlaksızlık gün geçtikçe artmaktadır
Çünkü Sanal alem bize has bir olgu değildir
ve Batıdan bize uygun formata indirgenemeden ithal edilmiştir
Bilim ve teknolojide geri oluşumuz yüzünden
her türlü bilişim teknolojisi bize Batının emperyalist kültürüyle birlikte

geçebilmektedir
Dini olarak kesin hükümleri sorgulanamadan
tartışılamadan ve sonuçlarını içeren bir rapor deklare edilemeden ithal

edilmiştir
Sanal alem tutkusu toplumumuzda korkunç boyutlara ulaşmıştır
ve aileler bu konuda bilinçlenmeye çalışmadığından
Anne ve Babalar çocukları kadar Bilişim teknolojisine
ve getirdiklerine yakın olamadıklarından
ve Gençlerimizi de bu yüzden aileler kontrol edemediklerinden
Sanal Alemdeki ahlaksızlık gün geçtikçe artmaktadır
Ekonomik yönden olumsuz etki altında olan gençlik
evlilik yapamadığından evlilik yerine Sanal alemi tercih eder hale

gelebilmektedir
Sanal alem gerçekte yaşanılamayan her türlü fantazinin
yaşanabileceği alan olarak algılanılmaya başlanmıştır
Ahlaksızlığın başlıca gerekçelerinden biride
işte bu hatalı algılanma sonucunda oluşan
nefs-i emarenin yanlış etkilenişindendir
Bu konuda Dini ve Bilimsel kişi yada kurumlarca
araştırmalar ve gençliğe telkinler yeterli olamamaktadır
Bu konunun Türk-islam toplum yapısına etkileri
müsbet yada menfi olarak sürekli incelenmesi sağlanamadığından
ve medya ile sonuçları yeterince aktarılamadığından dolayı
ahlaksızlık artmaktadır
Gençliğimize Sanal Alemin Sosyolojik- Psikolojik ve Ahlaki bazda
zarar verir hale gelmesindeki en büyük neden ise
Gençliğimizin İslami eğitim-kültür-ahlak ve iman seviyesi yükseltilemeden
ve Sanal Aleme ait yeterince verilere ve gerekli bilince eriştirilemeden
Sanal Alem tutkunu haline gelmesine seyirci kalınmasından

kaynaklanmaktadır
Bu konuda önce ailelerde daha sonra tüm toplumun katmanlarında
bir bilinçlenme mevcut olmadan
gençlerin bir denek gibi Sanal Alemdeki ahlaksızlığın içinde kıvranmasına
seyirci kalındığındandır
Şimdi ise bu artan ahlaksızlığın sonuçları karşısında
bir şey yapılamadan beklenilmektedir
Ahlaksızlık artarak ilerlemektedir
ve hala Sanal alemdeki Sohbet Chat ile başlayan süreç
sanki yüzyıllardır bizim toplumumuzda varmış ve gayet normalmiş
ve bizim toplum yapımıza uygun hale getirilerek nötralize edilmiş gibi
oluşan ahlaksızlıklara da hala duyarsızca seyirci kalınmaktadır


Bazı sohbet Chat sitelerinde genel olarak çeşitli konular pervasızca

yazılabilmekte

ve Türk-İslam yapımıza uygun konularda

yeterince bilinçli hareket edilememektedir




islami konular bile tartışılmakta fakat çeşitli nedenlerden

dolayı bazı sıtelerde

sanal alemin gençliği ahlaksızlığa ittiği konusu hakkında

tartışılmamaktadır

Bu yüzdende bazı sohbet chat sitelerinde bu konuda

yeterince bilinç aktarılamadığından dolayı ahlaksızlığın

önüne

geçilememektedir


Bu konuda toplumsal bir bilinç oluşmadığından Sanal Alem konusunda

duyarsızlık had safhaya çıktığından dolayı

olumsuzluklara seyirci

kalınmaktadır


Her türlü olumsuzluğa
Duyarsız ve seyirci kalındıkça da
ahlaksızlığın artmasından başka ne olabilir ki
her fert kendi çapında bundan etkilenmektedir
ve fertlerin oluşturduğu toplumumuzda
Sanal Alem konusunda ahlaksızlaşmaya
malesef devam etmektedir

Çok şükür Herşey Var, Ama Şükür Yok !...

((Az öncekı kıssa yanlış algılandı sanırm gonderılmek ıstenen msj apayrı dusunceler cok daha farklı neyse ))

Ayakkabıları eskimiş biri yolda yürüyordu.
Yanından, yeni ayakkabılı biri geçiverdi.
Onun pırıl pırıl ayakkabısını gören bu adam, kendi kendine üzüldü ve:

- Bizimki de hayat mı sanki, der gibi oldu.
Biraz ilerde, mendil sermiş dilenen adamın ayakkabısı şöyle dursun, ayakları bile yoktu.
Ayakları diz kapağından kesilmişti.
Büyük bir sarsıntı geçiren adam:
- Tevbe, tevbe dedi. Halime hamd ederim yâ Rabbi. Benim şu sağlam iki ayağımı elimden alma.
Eski ayakkabılarıma çoktan razıyım diyerek, sevinç içinde yoluna devam etti.

Allah Rasulü'nden Latifeler...



"Bir gün Hz Ali peygamber efendimizle kahvaltı yapmaktadır. Hz peygamberimiz gülümsemektedir, çünkü çaktırmadan yediği zeytinleri hz Ali'nin önüne yığar. Sonra Hz Ali'ye önündeki zeytinleri göstererek ;
-Ey Ali çok acıkmıssın heralde ne kadarda çok zeytin yemişsin,der.
Hz Ali şakayı anlar, Hemen cevab verir;
-Evet ya rasulallah siz daha çok acıkmışsınız heralde, baksanıza önünüzde hiç çekirdek yok çekirdekleriyle beraber yemişsiniz."

Bu hadise beni herzaman tebessum ettirir...
Bir arkadasım kötü bir ruh halimde anlatmış ve moralimi düzeltmişti...
Hazreti Peygamberin şakasına karsılık böyle bir cvb verebileceK de Ancak hz ali olurdu sanırım ...İncelik ...

PAYLAŞIMLAR COK RAHATSIZ EDICI DERECEDE FAZLAYSA FIKIRLERNIZI SOYLEYIN İNŞALLAH O YONDE CALISMALARA DEVAM EDELIM.FARKLI YONDE DUSUNCESI OLAN KARDESLERIMZDE BEYAN EDEBILRLER FIKIRLERINI.

Mehir nedir?

Mehir, erkeğin evlenirken kıza vermesi gereken altın, mal veya bir menfaattir. Mehrin altın olması şart değildir. Herhangi bir mal [ev, apartman, bağ, araba, fabrika] veya bir menfaat de olabilir. Dul kadınla evlenen de mehir verir.

Mehir söylenmeden yapılan nikah da sahihtir. Fakat evlendikten sonra da erkeğin hanımına Mehr-i misil vermesi gerekir.

Bir kız veya kadın evlenirken, (Benim nikahım mehirsiz olsun) diyemez. Bir mehirde anlaşılır. Bu mehir kadının hakkı olduktan sonra, henüz almadan da kocasına bağışlayabilir. Bağışlaması ise çok sevaptır.

Hanım, mehrimi helal ettim dedikten sonra, haram olsun demesi ile haram olmaz, hediyesini geri isteyemez.

Düğünden önce, kıza verilen takılar, nikahta mehirden söz edilmemişse, mehir yerine geçer. Erkek, nişan için gönderdiğim şeyler mehir idi dese, kadın ise, hediye idi dese, yenilen şeyler hediye olur. Başka şeyler, mehir olur.

Mehir iki kısımdır. Mehr-i muaccel ve mehr-i müeccel. Her iki mehir, nikahta bildirilmedi ise, Mehr-i misil verilmesi gerekir. Kadının baba tarafından akrabasına verilen kadar verir.

Mehr-i muaccel:
Acele verilmesi gereken mehir demektir. Bir bilezik, bir küpe, bir buzdolabı vesaire olabilir. Nikah yapılınca, verilmesi vacip olur. Zifaftan veya halvetten önce verilir. Mehr-i muacceli geciktirmek caiz değildir. Hanım ayrılmaya sebep olan bir şey yaparsa, mesela mürted olursa, hürmet-i musahere’ye sebep olursa, mehr-i muaccel verilmez. Erkek boşarsa veya ayrılığa sebep olanı yaparsa, yarısı verilir.

Önce kıza takılan takılardan hangisinin mehri muaccel olduğu bilinmeli. Nikah kıyılırken o zaman (malum olan) denilir. Bilinmiyorsa, malum olan demek yanlış olur. En uygunu ise, mehri müeccel gibi muaccel de tespit edilip, şu kadar mehri muaccel ve şu kadar mehri müeccel ile denmelidir. Taraflar, mehri muacceli tespit ettikleri halde söylemek istemezlerse o zaman, (aralarında malum olan mehri muaccel ile) ifadesi kullanılır. İleride boşanma vaki olunca takılan takıların hangisi emanet, hangisi hediye, hangisi mehri muaccel olduğu bilinmeli, herhangi bir uyuşmazlığa sebep olmamalı.

Mehr-i müeccel:
Hemen verilmeyip daha sonra verilmesi gereken mehir demektir. Halvet olmuşsa veya ikisinden biri ölmüşse, mehr-i müeccelin verilmesi vacip olur. Hanımının istediği zamanda verilir. Eğer istemedi ise, ikisinden biri ölünce, verilmesi vaciptir. Hanım ölünce, kocası, hanımının vârislerine verir. Kocası ölünce, mirasından hanımına verilir. Mehrin başlık parası ile ilgisi yoktur. Başlık parası almak haramdır.

Boşanma halinde, zifaf veya halvet olmuşsa, müeccel mehrin tamamı, olmamışsa yarısı verilir. Bir âyet-i kerime meali:
(El dokunmadan boşadığınız kadınlara, mehrin yarısını verin!) [Bekara 237]

Nikah kıyılırken mehir söylenip de, ne kadarı muaccel olduğu bildirilmedi ise, âdete ve hanımının emsaline göre, söylenilenin bir miktarı muaccel olur. Nikah kıyılırken, mehr-i müeccelin belli bir tarihte ödenmesini şart etmek caizdir. Boşanma halinde, mehrin ödeme tarihi beklenir. Ödeme tarihi belli değilse, boşarken hemen ödenir. (Fetava-yı Hindiyye)

İslamiyet’te mehir parası, evlenmek için değildir. Evliliğin düzenli, mutlu olarak devam etmesi, kadının hak ve hürriyetlerinin korunması, din cahili huysuz erkeğin elinde oyuncak olmaması içindir. Mehir parasını vermek ve çocukların nafaka paralarını her ay ödemek korkusundan, erkek, hanımını boşayamaz. Bu korkunun olmadığı yerlerde, mahkemeler boşanma davaları ile dolup taşar. Bunun için, evlenecek kızın, İslam’ın güzel ahlakını ve kadına verdiği kıymeti bilen ve bunlara önem veren erkekten az miktarda, böyle olmayandan ise, fazla miktarda mehir istemesi efdaldir.

Mehir parası, kadın için bir sigorta sayılır. Erkeğin zor ödeyeceği veya hiç veremeyeceği bir mehir ile evlenen kadını, erkek boşayamaz. Boşarsa, maddi hayatı felce uğrar. Mehir vermek korkusu, erkeğin iyi geçinmesine de sebep olur. Şayet erkek, mehir parasını verir de, hanımından ayrılırsa, hanımın kimsesi de yoksa, bu mehir parası ile geçinme imkanı bulabilir. İmkanı olan erkeğin, saliha kız veya kadına çok mehir vermesi iyi olur. Habeş imparatoru Necaşi, Ümm-i Habibe validemiz ile Peygamber efendimizin nikahlarını kıyınca, mehir olarak yaklaşık 2 kilo altın vermişti. (Nesai)

Mehir biçilmeden yapılan nikah da sahihtir. Ama daha sonra mehr-i misil vermek gerekir. Mehrin çoğunun bir sınırı yoktur. Fakat en azı, 5 gram altındır.

Boşadığı kadına mehrini ödememek kul hakkıdır. Ödemezse, ahirette azabı çok şiddetlidir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kadınlara mehrlerini gönül rızası ile verin; kendi arzuları ile mehrin bir kısmını size hediye ederlerse, onu da afiyetle yersiniz.) [Nisa 4]

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:

(Mehir vermemek niyeti ile evlenen, kıyamette hırsızlarla haşrolur.) [R.Nasıhin]

(Hanımını bırakıp mehrini vermemek haramdır.) [Hakim]

(Mehir olarak, bir yüzük olsa da verin!) [Müslim]

(Mehir parası hayırlı maldır.) [Deylemi]

(En iyi mehir kolay ödenendir. Mehirde kolaylık gösterin. Çok mehir istemek düşmanlığa sebeptir.) [Abdürrezzak]

Karı koca arasında olan meşru halvet, yabancı kadın ile olan haram halvet gibi değildir. Yanlarında hissen veya şeran yahut tabiaten cinsi münasebete mani bir sebep bulunursa, meşru halvet olmaz. İkisinden birinin hasta olması, ihramlı olması, farz namazda, Ramazan orucunda olması, kadının hayız veya nifas halinde olması, yanlarında akıllı [7 yaşında] bir çocuk bulunması bu halvete mani olur. Fakat akıl baliğ olmayan bir çocuk, haram olan halvete mani olamaz. (Mezahib-i erbea)

Bir kız ile bir erkek nikahlanıp, sonra boşanırlarsa, böyle meşru bir halvet de olmamışsa, mehrin yarısını verir. Halvet olmuşsa mehrin tamamını verir.

Zifafa girmeyen ve halvet de olmayan kız, bir kere boşanınca, bain [kesin boşanmış] olur. Erkeğin buna hemen yarım mehir vermesi lazım olur ve iddet beklemez. Boşandığı gün bile, başkası ile evlenebilir.

Arama Motoru