Evlilik,Aşk ve buna benzer bir çok konular Mevcut sitemizde Var.Gayemiz Sevgi içerisinde Muhabbet
15 Ağustos 2012 Çarşamba
‘Doğru eş’i bulmak için yanında ateş et
- Günümüzde bazı insanlar “Doğru eş” arayışını TV programlarına katılarak ya da sosyal medyanın sınırsız imkanlarından faydalanarak gerçekleştiriyor. Oysa ki bu modern metotlar 1920’li yıllarda uygulanan “sıra dışı” yöntemlerden geri kalmış gibi gözüküyor.
1924 yılında yayınlanan "Bilim ve Buluş" dergisinde yayınlanan bir makalede resimli olarak anlatılan metotlardan biri "Koku yoluyla ideal eş arayışı".
Dergide yer alan makaleye göre bu yöntemle evliliklerinin yürüyüp yürümeyeceğini anlamak isteyen kişilerin yapması gereken şey çok basit.
Erkek bir kapsülün içine giriyor ve kadın da bir delikten çıkarılan hortuma burnunu dayıyor. Hayatını birlikte geçirmeyi planladığı erkeğin kokusunu "nahoş" bulmuyorsa o zaman onunla gönül rahatlığıyla evlenebiliyor.
Makaleye göre çiftlerin geçmesi gereken ikinci test ise "Soğukkanlılık deneyi". Bu sınavda çiftin yanında duran bir adam havaya ateş ediyor ve çiftlerin bu ses karşısındaki tepkileri kaydediliyor. Eğer her iki taraf da sesten korkuyorsa bu evliliğin yürümeyeceğine karar veriliyor.
Çiftlerin geçmesi gereken üçüncü sınav ise "Acı testi". Bu testte erkek ya da kadın fiziksel olarak acı çekeceği bir aktivitede bulunurken diğeri izliyor. Örneğin erkek kan verirken kadın izliyor ve o sırada kan basıncı ve kalp atışları ölçülüyor.
Eğer gördüğü acı karşısında vücudu tepki veriyorsa o zaman çiftin iyi bir evliliği olamayacağına kanaat getiriliyor.
Dergide verilen son "test metodu" ise "fiziksel çekim". Bilimsel olarak bir evlilikte en çok olması gereken özellik olarak görülen "çekim" çiftlerin birbirilerine sarıldığı an vücutlarının verdiği tepkiye ölçülüyor.
Çiftin vücut tepkileri bağlandıkları ölçüm makinesinin verilerine göre ölçülüyor. Kadın ve erkeğin nefes alışı ve kalp atışları hızlanıyorsa o zaman bu çiftin ideal bir evlilik gerçekleştireceğine inanılıyor.
Evlilik kader midir? Kaderimizde kim varsa onunla mı evlenmek zorundayız?
Evlilik kader midir? Kaderimizde kim varsa onunla mı evlenmek zorundayız?
Kader, Allah’ın ilminin bir unvanıdır. Evliliğin kader olmaması için, Allah’ın evlenen o iki kişiden habersiz olması gerekir. Bu ise ilmi her şeyi, her mekânı ve her zamanı kuşatan Allah hakkında düşünülemez. O hâlde sorumuzun cevabı, “Evlenmek elbette kaderdir.” olacaktır. Ancak burada iki farklı durum söz konusu olabilir:
1. Allah, ezelî ilmi ile evlenecek kadın ve erkeğin, kendi cüz-i iradelerini kullanarak birbirleriyle evlenmek isteyeceklerini bilmiş ve zamanı geldiğinde onların bu arzularını külli iradesiyle yaratacak olduğundan dolayı, ezelde kader defterlerine birbirleriyle evleneceklerini yazmıştır. “İlim maluma tabidir.” kaidesiyle bu yazı onların arzu ve iradelerine tabidir. Yani kader defterinde şunlar birbiriyle evlensin değil, şunlar birbiriyle evlenecek diye yazılmıştır. Elbette böyle bir yazı insanı zorlayıcı değildir.
2. Bazen de ya bir şükür ya da sabırla imtihan olmaları için, kulun cüz-i iradesi karışmaksızın Allah iki kişiyi karşılaştırır ve onları birbirleriyle evlendirir. Eğer bu evlilik güzel bir evlilik olmuşsa bu, kadın ve erkekten şükrün istenildiği bir nimettir. Eğer bu evlilik kötü bir evlilik olmuşsa bu evlilik, sabrın istendiği bir imtihan olur. Erkek kadınla, kadında erkek ile imtihan edilir. Demek ki, yapılan bütün evliliklerde kulların cüz-i iradeleri esas alınmamaktadır. Başka bir ifadeyle, ihtiyâri fiillerden olan evlilik, bazen ıztırâri fiiller gibi kulun müdahalesi ve seçmesi olmaksızın meydana gelir. O hâlde şu hükümleri birer kaide olarak bilmeliyiz.
- Eğer kul bir şeyin olmasını ister, ancak Allah onun olmasını murad etmezse, o fiil vücuda gelmez ve meydana çıkmaz. Eğer vücuda gelmeyen bu arzu, bir hayır ise kul niyetinin mükâfatını görür.
- Eğer kul bir şeyin olmasını ister, Allah da onun olmasını murad ederse, o fiil vücuda gelir ve yaratılır. Bu fiilin yaratılmasına kulun cüz-i iradesi sebep olduğundan dolayı, kul bu fiilinden mesuldür. Hayırlı bir iş ise mükâfat, kötü bir iş ise ceza görür.
- Kulun hiçbir müdahalesi olmaksızın, sırf Allah’ın dilemesiyle yaratılan fiiller: Bu tür fiillerde kulun cüz-i iradesi işe karışmaz. Daha önce ifade ettiğimiz gibi şükürle veya sabırla imtihan olmaları için Allah onu icad eder.
İşte evlilik bazen ikinci gruba giren bir fiildir. Kulların cüz-i iradelerini kullanmaları neticesinde Allah istediklerini yaratır. Bazen ise üçüncü gruba giren bir fiil olur. Allah kullarının iradelerini karıştırmaksızın onları birbirleriyle evlendirir. Ancak her iki durumda da evlilik kaderdir.
*“Evlilik kader midir? Büyüyle kader değiştirilir mi?”
Her şey tamamen nasip, kader, kısmet işidir. Fakat bu, cüz’î irademizi inkâr
etmemiz ve yok saymamız mânâsına da gelmiyor. Bir şeyde her ikisini birden
algılayabilmeliyiz. Nasip ve kısmet işi olan bir şey, genelde bizim cüz’î
irademiz tarafından da tercih edilmiş olabiliyor. Ya da bizim cüz’î irademizle
tercih ettiğimiz bir şey, genelde ve aynı zamanda nasip ve kısmetimiz de
olabiliyor!
Bununla beraber, cüz’î irademizle seçmediğimiz bir şey bazen kısmetimizde çıkmıyor değil. Ya da kimi zaman cüz’î irademiz başka bir hususta tercih bildirirken, bazen ummadığımız ve beklemediğimiz bir kapı başka bir cihetten açılmıyor değil! Ne var ki bu tecelli yalnız evlilik tercihinde değil, her konuda ve her zaman söz konusu olmaktadır. Rabb-i Zülcelâl’imiz bunun için, “Belki sevmediğiniz şey, hakkınızda hayırlıdır. Bazen de sevdiğiniz bir şey sizin için şer olur. Allah her şeyi bilir, siz bilmezsiniz”1 buyurmakta ve dikkat nazarlarımızı kendi yüksek ve sonsuz ilmine ve iradesine çevirmektedir. Fakat hemen belirtelim: Büyü ile kader asla değişmez. Yönelişlerimizde Allah’ın ilim ve iradesi hâkim olmasaydı, sayısız hatalardan kendimizi elbet koruyamayacaktık. Hep doğruyu ve hayırlı olanı mı seçtiğimizi sanıyoruz? Hiç, iyi diye seçtiğimiz, fakat başımıza belâ getiren birçok tercihimizi hatırlamıyor muyuz? Şer riskinden korunmak için, Allah’tan hep hayırlısını istemiyor muyuz? Emin olmalıyız ki, bizim için nasip ve kısmet olan şey, hayırlı olan şeydir. Öbür seçenekler bize hayırlı değildir ki, nasip ve kısmet olmamıştır. Başkasına hayırlı olması, bize de hayırlı olacağı mânâsına gelmez. Biz bize özgü bir tecelli bekleriz ve buna liyakatimiz vardır. Cenâb-ı Hak da bize, bize özel davranıyor. Başkasına verdiği şeyi bazen bizden bunun için esirgiyor. Çünkü bizim hayrımıza olan şey, o anda Allah’ın esirgemesindedir. Nasip, Cenâb-ı Hakkın bir şeyi bizim için tensip buyurması, uygun görmesi ve onu takdir etmesidir. Kısmet de, Cenâb-ı Hakkın herkese kendi özel şartlarında, kendine lâzım olacak şeyleri, diğer sayısız seçeneklerden seçip ayırıp vermesidir. Her ikisi de Allah’ın tensip ve takdiri demektir. Bizim cüz’î irademiz ise bir duâ mekanizmasıdır. Bir şeyi dilimizle duâ edip istediğimiz gibi, kalben de istediğimiz şeye yöneliriz. Cüz’î irade kalbin yönelişinden ibarettir ki, bir nev'î fiilî duâdır. Veya fiilî duâ başlangıcıdır. Fakat bu bir duâ olduğundan, yöneldiğimiz şeyin hayırlı olmasını ve hayırlı olması halinde ihsan edilmesini de isteriz. Aynı zamanda o yöne doğru adımlarımızı atarız, harekete geçeriz. Allah’tan hayır umarak doğru bildiğimiz yolda yürürüz. Eğer istediğimiz şey gerçekleşirse, bunun bizim için hayırlı olan bir takdir, nasip ve kısmet olduğuna hükmederiz. Evleneceğimiz adayı tesbit ederken, izlememiz gereken yol da budur. Önce Allah’tan hep hayırlısını isteriz. Sonra bizim için hayırlı olabileceğini umduğumuz şahıslara ilgi duyarız. Ardından, ilgi duyduğumuz şahıslara haberci gönderip, “Allah’ın emriyle, Peygamber’in (asm) kavliyle” evlenmek niyetimizi açıklarız. Bu aşamaların hepsinde, bu teşebbüsümüzün bizim için hayırlı olmasını, bizi hayra yönlendirmesini Cenâb-ı Hak’tan hep isteriz. Hem isteriz, hem de teşebbüslerimize devam ederiz. Bir yerlerde bir olumsuzluk çıktığında, akl-ı selimle hareket edip çözmeye çalışırız. Olumsuzluklar artarsa, akl-ı selimi yine elden bırakmayız. Bu esnada etrafımıza ve çevremize de akıl danışırız, istişâre ederiz. Olumsuzlukları aşamaz ve fakat bu tercihimizin bizim için hayırlı olacağını hâlâ umarsak; Allah’a dayanarak ve Allah’tan hayır bekleyerek çözüm üretmeye devam ederiz. Pes etmeyiz. Ümitsiz olmayız. Fakat olmayacak duâya da “âmin!” demeyiz. “Hayırsızsa da bu olsun, hayırlıysa da bu olsun!” tarzında bir ısrar ile hayır duâmızı bulandırmayız. “Hayır” istemekten vazgeçmeyiz. İşimiz yolunda gitmediğinde her şeyin bittiği evhamına kapılmamıza gerek yoktur. Allah’ın bizim için bir hayır tercihi yaptığını düşünmeliyiz. Tevhid inancı bunu gerektirdiği gibi, huzur ve saadet de bundadır! Evlilik meselesinde erkeğin daha özgür olduğunu, kızların özgürlüklerinin kısıtlandığını düşünmek yanlıştır. Erkekler kadar kızlar da hayat arkadaşlarını seçmekte özgürdürler ve seçicidirler. Kızın veya kız tarafının da bir erkeğe talip olması söz konusu olabilir. Kız ailesi uygun gördüğü erkek tarafına yakın durabilir, haber gönderebilir. Bu ne ayıptır, ne de günahtır! Yeter ki, âdâb, erkân, ahlâk ve haya yok sayılmasın! Sehl bin Sa’d (ra) bildirmiştir: Bir kadın geldi ve bir toplulukta kendisini Resûlullah’a arz etti. Dedi ki: “Yâ Resûlallah! Ben evlilik için kendimi size arz ediyorum. Nasıl isterseniz öyle yapın! İster kendiniz alın, ister başkasıyla evlendirin!” Bunun üzerine topluluktan birisi kalkarak: “Yâ Resûlallah! Beni onunla evlendirin!” dedi. Resûlullah da (asm): “Öyleyse haydi git, araştır. Demir de olsa bir yüzük bul, getir!” buyurdu. Adam gitti, fakat demir bir halka bile bulamadı. Bunun üzerine Resûlullah (asm): “Kur’ân sûrelerinden ezberinde bir şey var mı?” buyurdu. Adam: “Evet!” deyince, Resul-i Ekrem (asm), ezberinde olan Kur’ân sûreleriyle adamı o kadınla evlendirdi.2 Dipnotlar: 1. Bakara Sûresi: 216 2. Nesâî, Nikâh, 1, 69
Bununla beraber, cüz’î irademizle seçmediğimiz bir şey bazen kısmetimizde çıkmıyor değil. Ya da kimi zaman cüz’î irademiz başka bir hususta tercih bildirirken, bazen ummadığımız ve beklemediğimiz bir kapı başka bir cihetten açılmıyor değil! Ne var ki bu tecelli yalnız evlilik tercihinde değil, her konuda ve her zaman söz konusu olmaktadır. Rabb-i Zülcelâl’imiz bunun için, “Belki sevmediğiniz şey, hakkınızda hayırlıdır. Bazen de sevdiğiniz bir şey sizin için şer olur. Allah her şeyi bilir, siz bilmezsiniz”1 buyurmakta ve dikkat nazarlarımızı kendi yüksek ve sonsuz ilmine ve iradesine çevirmektedir. Fakat hemen belirtelim: Büyü ile kader asla değişmez. Yönelişlerimizde Allah’ın ilim ve iradesi hâkim olmasaydı, sayısız hatalardan kendimizi elbet koruyamayacaktık. Hep doğruyu ve hayırlı olanı mı seçtiğimizi sanıyoruz? Hiç, iyi diye seçtiğimiz, fakat başımıza belâ getiren birçok tercihimizi hatırlamıyor muyuz? Şer riskinden korunmak için, Allah’tan hep hayırlısını istemiyor muyuz? Emin olmalıyız ki, bizim için nasip ve kısmet olan şey, hayırlı olan şeydir. Öbür seçenekler bize hayırlı değildir ki, nasip ve kısmet olmamıştır. Başkasına hayırlı olması, bize de hayırlı olacağı mânâsına gelmez. Biz bize özgü bir tecelli bekleriz ve buna liyakatimiz vardır. Cenâb-ı Hak da bize, bize özel davranıyor. Başkasına verdiği şeyi bazen bizden bunun için esirgiyor. Çünkü bizim hayrımıza olan şey, o anda Allah’ın esirgemesindedir. Nasip, Cenâb-ı Hakkın bir şeyi bizim için tensip buyurması, uygun görmesi ve onu takdir etmesidir. Kısmet de, Cenâb-ı Hakkın herkese kendi özel şartlarında, kendine lâzım olacak şeyleri, diğer sayısız seçeneklerden seçip ayırıp vermesidir. Her ikisi de Allah’ın tensip ve takdiri demektir. Bizim cüz’î irademiz ise bir duâ mekanizmasıdır. Bir şeyi dilimizle duâ edip istediğimiz gibi, kalben de istediğimiz şeye yöneliriz. Cüz’î irade kalbin yönelişinden ibarettir ki, bir nev'î fiilî duâdır. Veya fiilî duâ başlangıcıdır. Fakat bu bir duâ olduğundan, yöneldiğimiz şeyin hayırlı olmasını ve hayırlı olması halinde ihsan edilmesini de isteriz. Aynı zamanda o yöne doğru adımlarımızı atarız, harekete geçeriz. Allah’tan hayır umarak doğru bildiğimiz yolda yürürüz. Eğer istediğimiz şey gerçekleşirse, bunun bizim için hayırlı olan bir takdir, nasip ve kısmet olduğuna hükmederiz. Evleneceğimiz adayı tesbit ederken, izlememiz gereken yol da budur. Önce Allah’tan hep hayırlısını isteriz. Sonra bizim için hayırlı olabileceğini umduğumuz şahıslara ilgi duyarız. Ardından, ilgi duyduğumuz şahıslara haberci gönderip, “Allah’ın emriyle, Peygamber’in (asm) kavliyle” evlenmek niyetimizi açıklarız. Bu aşamaların hepsinde, bu teşebbüsümüzün bizim için hayırlı olmasını, bizi hayra yönlendirmesini Cenâb-ı Hak’tan hep isteriz. Hem isteriz, hem de teşebbüslerimize devam ederiz. Bir yerlerde bir olumsuzluk çıktığında, akl-ı selimle hareket edip çözmeye çalışırız. Olumsuzluklar artarsa, akl-ı selimi yine elden bırakmayız. Bu esnada etrafımıza ve çevremize de akıl danışırız, istişâre ederiz. Olumsuzlukları aşamaz ve fakat bu tercihimizin bizim için hayırlı olacağını hâlâ umarsak; Allah’a dayanarak ve Allah’tan hayır bekleyerek çözüm üretmeye devam ederiz. Pes etmeyiz. Ümitsiz olmayız. Fakat olmayacak duâya da “âmin!” demeyiz. “Hayırsızsa da bu olsun, hayırlıysa da bu olsun!” tarzında bir ısrar ile hayır duâmızı bulandırmayız. “Hayır” istemekten vazgeçmeyiz. İşimiz yolunda gitmediğinde her şeyin bittiği evhamına kapılmamıza gerek yoktur. Allah’ın bizim için bir hayır tercihi yaptığını düşünmeliyiz. Tevhid inancı bunu gerektirdiği gibi, huzur ve saadet de bundadır! Evlilik meselesinde erkeğin daha özgür olduğunu, kızların özgürlüklerinin kısıtlandığını düşünmek yanlıştır. Erkekler kadar kızlar da hayat arkadaşlarını seçmekte özgürdürler ve seçicidirler. Kızın veya kız tarafının da bir erkeğe talip olması söz konusu olabilir. Kız ailesi uygun gördüğü erkek tarafına yakın durabilir, haber gönderebilir. Bu ne ayıptır, ne de günahtır! Yeter ki, âdâb, erkân, ahlâk ve haya yok sayılmasın! Sehl bin Sa’d (ra) bildirmiştir: Bir kadın geldi ve bir toplulukta kendisini Resûlullah’a arz etti. Dedi ki: “Yâ Resûlallah! Ben evlilik için kendimi size arz ediyorum. Nasıl isterseniz öyle yapın! İster kendiniz alın, ister başkasıyla evlendirin!” Bunun üzerine topluluktan birisi kalkarak: “Yâ Resûlallah! Beni onunla evlendirin!” dedi. Resûlullah da (asm): “Öyleyse haydi git, araştır. Demir de olsa bir yüzük bul, getir!” buyurdu. Adam gitti, fakat demir bir halka bile bulamadı. Bunun üzerine Resûlullah (asm): “Kur’ân sûrelerinden ezberinde bir şey var mı?” buyurdu. Adam: “Evet!” deyince, Resul-i Ekrem (asm), ezberinde olan Kur’ân sûreleriyle adamı o kadınla evlendirdi.2 Dipnotlar: 1. Bakara Sûresi: 216 2. Nesâî, Nikâh, 1, 69
Alın yazısı ne demektir? İnsanların doğduklarında alınlarına doğacağı gün ve evleneceği kişi yazılıyormuş, bunun doğruluğu nedir?
Alın yazısı, daha doğmadan önce insanın başına gelecek
şeylerin Cenâb-ı Allah tarafından takdir edilmesi, insanın başına gelecek
şeylerdir. Buna kader de denir.
Dinî literatürde gerçekten anlına yazılmış yazı anlamında bir “alın yazısı”ndan söz edilemez. Ancak biz Türkçe’de bu ifadeyi kader manasında kullanıyoruz. Kader ise, Allah’ın ilminin bir nevidir. Allah’ın olmuş, olmakta olan ve olacak olan her şeyi önceden bilmesi “kader”dir.
Allah’ın her şeyi önceden bilmesi, İlahlığın olmazsa olmaz şartıdır. Aksi takdirde Allah’ın -haşa- bazı konularda cahil olması gerekir. Böyle bir düşünce küfrü gerektirir.
Her şey, Allah’ın ilmine, o kişi hakkındaki bilgisine uygun olarak kaydedilir. Allah’ın ilmi ise, o kişinin kendi özgür iradesiyle neler yapacağı, nasıl bir hayat çizgisini takip edeceği doğrultusunda oluşur. Çünkü ilim maluma tabidir. Bir şey nasıl bilinirse öyle olmaz, bilakis, nasıl olacaksa öyle bilinir.
Allah, her şeyi nasıl olacaksa ve kişi hür iradesiyle nasıl tercih edecekse öyle bilir. Bu bilgiye halk arasında alın yazısı denilmektedir.
Dinî literatürde gerçekten anlına yazılmış yazı anlamında bir “alın yazısı”ndan söz edilemez. Ancak biz Türkçe’de bu ifadeyi kader manasında kullanıyoruz. Kader ise, Allah’ın ilminin bir nevidir. Allah’ın olmuş, olmakta olan ve olacak olan her şeyi önceden bilmesi “kader”dir.
Allah’ın her şeyi önceden bilmesi, İlahlığın olmazsa olmaz şartıdır. Aksi takdirde Allah’ın -haşa- bazı konularda cahil olması gerekir. Böyle bir düşünce küfrü gerektirir.
Her şey, Allah’ın ilmine, o kişi hakkındaki bilgisine uygun olarak kaydedilir. Allah’ın ilmi ise, o kişinin kendi özgür iradesiyle neler yapacağı, nasıl bir hayat çizgisini takip edeceği doğrultusunda oluşur. Çünkü ilim maluma tabidir. Bir şey nasıl bilinirse öyle olmaz, bilakis, nasıl olacaksa öyle bilinir.
Allah, her şeyi nasıl olacaksa ve kişi hür iradesiyle nasıl tercih edecekse öyle bilir. Bu bilgiye halk arasında alın yazısı denilmektedir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)