4 Mayıs 2009 Pazartesi

Ahmet Maranki (Hayatı - Biyografisi)

Ahmet Maranki 1956 yılında İnebolu’da doğdu. Liseyi İstanbul’da bitiren yazar ilk önce Tütün Eksperleri Yüksek Okulu’nu bitirip 1976 yılında stajını tamamlayarak devlet görevine başladı. Sırasıyla 1981 yılında İstanbul Üniversitesi T. Endüstri Mühendisliği’ni, 1986 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Siyaset Bölümünde ‘master’ını, 1990 yılında aynı bölümün Sosyal Siyaset Çalışma Ekonomisi Endüstri İlişkileri alanında doktorasını tamamladı. 1991 yılında ABD’de mesleki alanda mahalli idareler, sosyal güvenlik sistemleri ve tarım alanında doktora üstü bilimsel çalışma ve araştırmalarda bulundu.



1993 yılında SSCB’nin yıkılmasıyla Azerbaycan devletinin talebi üzerine, T.C. adına görev yaptığı ilgili birimin baş uzmanı olarak araştırmalar yapmak ve üniversitelerde ders vermek üzere görevlendirildi. T.C. adına Azerbaycan Birleşmiş Milletler Teşkilatı (BMT) U.N.D.P, UNV birimlerinin kalkınma programları çerçevesinde devlet ve özel üniversitelerinin planlı ekonomiden pazar ekonomisine geçişleriyle ilgili “Principles Marketing”, International Economic Organization”, “International Marketing”, “Islam Economy Relation” ders programlarının hazırlanıp uygulanmasında “University Lecturer” unvanıyla “Specialist” olarak diplomatik statüde görev yapan yazar, Azerbaycan Millî Meclisi’nde danışmanlık yapmış olup, bu çalışmalarını “Türkiye Azerbaycan Haricî İktisâdî Alakaları” , “Agent Mukaveleleri” adlı kitaplarıyla yayınlamıştır.



Ahmet Maranki yaptığı bu ve burada kaydedilmeyen çalışmalarıyla 1998 yılında Azerbaycan’da “Yılın En Başarılı Yabancı Bilim Adamı” seçilmiştir.



BMT’nin Unesco ve Avrupa Birliği nezdinde kurularak faaliyet gösteren IPA-International Personel Academy’de görev yapan yazar; yaptığı bu ilmî çalışmalar, hazırlanan ders programları ve bunların uygulanması, yayınlanan kitaplar ile ilmi şura kararıyla “Univesity Lecturer” göreviyle “Economy” alanında profesör unvanı alarak ‘Ateste’ edilen tek T.C. vatandaşıdır.

Kafkasya ve Azerbaycan’da kaldığı bu sürede yazar, SSCB’nin çağdaş dünyaca bilinmeyen yönleriyle ilgili stratejik ve kozmik araştırma merkezlerinde eğitimde bulunarak ekstrasens ve bioenerjist unvanını almıştır.



Yazar eserlerinde de görüleceği gibi T.C.’deki devlet görevi sırasında meslekî çalışmaları yanında, 1987′de Ortadoğu’daki İran-Irak Savaşı sırasında Musul-Kerkük bölgesinde Türkmenlerle ve Suudi Arabistan’da İslam konferansıyla ilgili, 1990 yılında Balkanlarda ve Bulgaristan’daki Türklere uygulanan asimilasyon ve tehcirle ilgili, 1991 yılında ABD’de Müslüman-Kızılderililerle ilgili, 1993′ten günümüze kadar da Kafkaslardaki Türkler ve bilhassa Azerbaycan’la ilgili çeşitli kuruluşlarla işbirliği içinde görev yapmıştır. Bu çalışmalarını ulusal ve uluslararası yazılı ve görsel medyada 55 adet tebliğ, 10 adet ders ve sosyal muhtevalı kitap ve “strateji” adıyla yayınlanan makaleleriyle kamuyla paylaşmıştır.



Pek çok bilimsel araştırmanın öncülüğünü yapan ve Rusya-Avusturya-Azerbaycan -Türkiye’nin bilim adamlarından oluşarak 1990 yılında kurulan “Bilim ve Buluş Adamları Derneği’nin genel sekreterliğini de yürüten yazar, halen Türkiye’nin AB’ye girme sürecinde AB stratejilerinin hazırlanmasıyla ilgili olarak Hollanda Amsterdam’da “Türkiye Hollanda Vakfı”nı ve bu kitabın konuların bilimsel olarak araştırmalarının yapıldığı “The Institute for Cross Cultural Health” adlı enstitünün başkanlığını yürütmektedir.



BMT Asya-Pasifik ve Avrupa Başkanı Setsuka Yamazaki tarafından başka projelerde uzman olarak çalışmak üzere davet edilen yazar, Türkiye’de kalarak bu necip millete hizmeti ön planda tutmuştur.



1969 yılından beri sporla yakından ilgilenen yazar, kara kemer, judo, tekvando, şhiatsu hocası olarak halen Güreş İhtisas Kulübü’nde Türk sporuna hizmet vermektedir.



Dünyada ve Türkiye’de sosyal ve stratejik pek çok vakıf, dernek, düşünce kulüpleri vs. gibi NGO’larda (Sivil Toplum Kuruluşu) faaliyet gösteren yazar evli ve 3 çocuk babası olup İngilizce, Arapça, Rusça, Azerbaycan Türkçesi, Osmanlıca bilmektedir.



Prof. Dr. Ahmet Maranki’nin 5 ayrı sahada 54 adet yayınlanmış eseri bulunmakta olup, yazarımızın son eseri “Kozmik Bilim ve Bilinçle Yaşam Enerjisi” kitabı bugüne kadar 2 yılda 73 baskı yapmıştır.

Apple&Krom Nedir?

Hollanda’da üretilip, ithal edilmiş olan Apple&Krom, Avrupa’da son 10 yıldır en çok satan zayıflama ürünleri listesinde üst sıralarda yer almakta olup, tamamen doğal ve yıllardır birçok bilim adamı tarafından konu alınmıştır.

Bu mucize kombinasyon ile, fark edilmeye hazır olun! Apple Krom, içeriğinde elma şırası sirkesi ekstraktı, krom, b vitaminleri ve soya lesitin bulunan, bitkisel bir gıda takviyesidir.

Sadece 1 ay gibi kısa bir sürede 8 kilo verebilir ve herkesi kendinize hayran bırakabilirsiniz...




APPLE KROM'UN İÇERİĞİ ve ETKİSİ
Ürün İçeriği: ( 7%) Elma şırası sirkesi ekstraktı , (%12) krom pikolinat , soya lesitin, vitamin B3, vitamin B5, çinko, vitamin B6, vitamin B2, vitamin B1, vitamin B11, vitamin B12, yardımcı madde (ayçiçeği yağı), boyar madde, emulsifiye (gliserin), su, koyulaştırıcı (balmumu), balık jelatini.

APPLE & KROM, VİTAMİN B, SOYA LESİTİN

Kilo kontrolünü kolaylaştırmaya, kilo vermeye,
Yağ kaybını hızlandırmaya, yağsız kas kitlesini artırmaya,
Tatlıya olan iştahın kesilmesine,
İçeriğindeki B komplex vitaminleri ile, daha az beslenerek daha zinde ve güçlü kalmanıza,
Diyabetiklerde kan şekeri ayarını düzenlemeye,
LDL-kolesterolü azaltmaya, iyi huylu HDL-kolesterolü yükseltmeye,
Kabızlığı önlemeye, hazmı kolaylaştırmaya ve şişkinliği gidermeye,
Vücuttaki birikintileri eritmeye,
İçerdiği doğal asitler ve enzimlerle kanın daha sağlıklı ve ince akmasına,
Kadınlarda adet ağrılarının giderilmesine,
Alkollü içki tüketme isteğini azaltmaya,
yardımcı olur.
KROM'UN ETKİSİ

Karbonhidratlara karşı aşırı iştahı kontrol altına almaya,
İnsülinin etkisini aktive ederek, hücrelerin glikoz kullanımını artırmaya, yağ dokusunu azaltmaya, kas dokularının daha sağlam ve daha sıkı olmasına,
Kemik erimesini ve yaşlanmanın etkilerini azaltmaya,
Vücuttaki yağ kitlesini azaltıp kas kitlesini artırarak, vücut hatlarının daha düzgün görünmesine ve kas yapmaya,
yardımcı olur.
SOYA LESİTİN'İN ETKİSİ

Vücuttaki yağları eritme özelliği sayesinde vücuda giren yağların depolanmadan yok edilmesine böylelikle kilo vermeye,
Kronik yorgunluk sendromuna ve zarar gören karaciğer hücrelerinin onarımına,
Yaşlanma etkilerini azaltmaya, kolesterol seviyesini düşürmeye,
İnsülin ihtiyacını azaltmaya,
yardımcı olur.
B VİTAMİNLERİNİN ETKİSİ

Diyetlerin en büyük desteğidir. Sinir sistemini ve bağışıklık sistemini güçlendirerek bitkinliği giderdiği, sinir siteminin çalışmasına, yağlı asitlerin metabolizmasına, kırmızı kan hücrelerinin olgunlaşmasında önemli rol oynadığı literatürlerde kayıtlıdır.

B-1 vitamini, vücudun glikozdan oluşan enerjiyi kullanmasını sağlamaya, B-1, B-2 ve B-12 vitaminleri enerji üretimine yardımcı olur.
B-6 karaciğerin östrojeni kullanmasına, hormon seviyelerinin normalleşmesine ve kendinizi keyifli hissetmemizi sağlayan serotonin üretimine
yardımcı olur.


Elma Şırası Sirkesi ekstraktı; Kalsiyum, Fluor, Potasyum, Magnezyum, Sodyum, Fosfor, Silisyum, A vitamini, Beta-Karotin, B1,B2 ve B6 vitaminleri, C Vitamini, Sirke Asitleri, meyve asitleri, pektin, doğal aroma maddelerini içermektedir. Elma şırası sirkesi ekstraktı;

Metabolizmanın daha hızlı çalışmasını sağlayarak besinler içerisindeki kalorinin kısa sürede yakılmasına,
Kalsiyumun vücutta daha verimli kullanılmasına,
Uzun süre kullandığınızda, kemik ve eklemlerinizdeki sertlik ve sıkıntıların geçmesine,
Yüksek tansiyonun oluşmasını engellemeye,
Elmanın özü olan asetik asit nişasta emilimini azaltmaya ve mide boşalmasını geciktirmeye,
Asidik yapısından dolayı ve içerdiği enzimlere bağlı olarak yağ yakımına destek olarak kilo vermeye,
yardımcı olur

Aşkın Mevsimleri

Her iliski bir bahceye benzer. Eger yeserip gelismesi isteniyorsa, duzenli olarak su verilmelidir. Beklenmedik hava degisiklikleri kadar, mevsimleri de dikkate alarak ozel bakim gosterilmelidir. Yeni tohumlar ekilmeli ve yabani otlar ayiklanmalidir. Tipki bunun gibi, askin buyusunu canli tutmak icin de, mevsimlerini anlamali ve askin kendine ozgu ihtiyaclarini doyurmaliyiz...



AŞKIN ILKBAHARI

Asik olmak, ilkbahar gibidir. Sonsuza dek mutlu olacakmisiz gibi birduyguya kapiliriz. Esimizi sevmemek aklimizin ucundan bile gecmez. Bu bir saflik donemidir. Ask olumsuz gibi gorulur. Her seyin kusursuz sanildigi ve tikir tikir isledigi buyulu bir donemdir bu. Esimiz tipatip bize uygun gorunur. Hic caba harcanmaksizin, uyum icinde dans ederiz ve sansimizin yuzumuze gulmesinin tadini cikaririz ..



AŞKIN YAZ MEVSIMI

Askimizin yaz mevsimi boyunca esimizin sandigimiz kadar kusursuz olmadigini ve iliskilerimiz uzerinde calismamiz gerektigini anlariz . Esimiz hata yapan, bazi bakimlardan aksayan bir insan olarak da karsimiza cikar. Surtusmeler ve dus kirikliklari belirmeye baslar, yabani otlarin kokunden sokulmesi ve yakici gunes altindaki bitkilerin fazladan sulanmasi gerekir. Artik aski vermek de, gereksindigimiz aski almakta o kadar kolay degildir. Her zamaan mutlu ve sevgi dolu olmadigimizi gorup anlariz..Bizim ask konusunda dusledigimiz tablo degildir bu. Bircok cift, bu noktaya geldiginde dus kirikligina ugrar. Ilısiki uzerinde calismak istemezler. Hicte gercekci olmayan bir tutumla, hep ilkbahar olmasini beklerler. Eslerini suclarlar ve pes ederler. Askin her zaman kolay olmadigini, arasira yogun bir calisma ve sicak bir gunes istedigi gercegini gormezler. Askin yaz mevsiminde, kendi sevgi ihtiyacimizi oldugu kadar esimizin ihtiyaclarini da doyurmamiz gerekir. Bunlar kendiliginden gerceklesmez...



AŞKIN SONBAHARI

Yaz mevsimi boyunca bahcemize iyi baktiysak, bu calismanin sonucu olarak hasadimizi aliriz.. Guz mevsimi gelmistir. Bu altin bir cagdir, zengin ve doyurucu. Gerek kendimizin, gerekse esimizin kusurlarini kabullenen ve anlayisla karsilayan daha olgun bir asktir yasadigimiz . Bir sukran ve paylasma zamanidir. Yaz boyu cok calistigimiz icin, simdi dinlenebilir ve yarattigimiz askin tadini cikarabiliriz ..



AŞKIN KIŞ MEVSIMI

Sonra hava yeniden degisir ve kis bastirir. Kisin o soguk, verimsiz aylari boyunca doga kendini tumuyle icine ceker, kapanir. Bu bir dinlenme, dusunme ve yenilenme zamanidir. Ilıskilerde de cozumlenmemis acilarimizla veya golge benligimizle yuzlesme zamandir. Kapagimizin acilip aci dolu duygularimizin ortaya dokuldugu zamandir. Ask ve doyum icin esimizden cok, kendimize bakmaya gereksinme duydugumuz, kendi kendine gelisim zamanidir. Yaralarin iyilesmesi, acilarin dindirilmesi zamanidir. Erkeklerin magaralarina cekilip kisladiklari ve kadinlarin kuyularin dibine indikleri zamandir bu...

KISKANÇLIK VE AŞK

Birçok insan, kıskançlığın, bağlılığın bir göstergesi olduğu be eğer kıskançlık yoksa bunun karşımızdakinin bizi sevmediği anlamına geldiği kanısındadır. Kimilerine göreyse kıskançlık, aşkın bir göstergesi olmaktan çık, sahip olmaya ve kontrol etme isteği duyulan şeyleri kaybetmekten kaynaklanan kaygının göstergesidir. Örneğin, ABD`de yayımlanan Psychology Today dergisinin okurları arasında yapılan bir araştırmaya karılanlar kıskançlığı, var olan ya da olması istenen bir ilişki tehlikeye girdiğinde ortaya duygu be düşünceler olarak tanımlamışlar. Araştırmada, yoğun kıskançlık duygusunun, genellikle ilişkiyi kaybetmekten korkmak ve bunu hayal etmek sonucu ortaya çıktığını söylemişler. Kıskançlık duygusu, rakibin belli özelliklerine gıpta edilmesiyle artabilir, çünkü , zaten dilediğimiz ama sahip olmadığımız özelliklere sahip kişileri kıskanma olasılığımız daha fazladır. Araştırmada, kadınların rakiplerinde en çok gıpta ettikleri özelliklerin çekicilik ve popülerlik, erkeklerinse zenginlik ve ün olduğu görülmüş. Kimi insanların başkalarına göre daha kıskanç olduğu söylenir. Bu araştırmada da, kendileri hakkındaki yargıları olumlu olmayan insanların, ilişkilerde kıskançlığı daha yoğun yaşadıkları ortaya çıkmış. Bir diğer bulguysa, ün, zenginlik, popülerlik ve dış görünüşün çekiciliğine daha çok önem veren insanların, kıskançlığı daha yoğun yaşadıkları.

Kadınlar ve erkekler, kıskançlık konusunda birbirlerinden farklı tepkiler veriyor olabilirler mi? Bir araştırmada, kadınlarla erkekler arsında bu açıdan da farklılıklar olduğu görülmüş. Örneğin, genel açıdan kadınların kıskançlık duygularını daha kolay kabullendikleri, erkeklerinse daha çok inkar ettikleri görülmüş. Kadınların en çok eşlerinin başka bir kadına aşık olmasının, erkeklerinse en çok, eşlerinin başka biriyle cinsellik yaşamasını kıskandıkları görülmüş. Bir başka farklılıksa, böyle durumlarda kadınların daha çok kendilerini, erkeklerinse, üçüncü kişiyi ve eşlerini suçladıkları. Psylochology Today dergisinin araştırmasında kadınlarla erkeklerin davranış ve duyguları açısından farklı olmadıkları, ancak kadınların, eşlerinin eşyalarını karıştırmak ya da sorular sormak gibi davranışları erkeklerden daha çok yaptıkları görülmüş. Kıskançlık, bir ilişkinin gelişimine ve birlikte olma keyfine zarar verebilecek, rahatsız edici bir duygu. Hem erkekler hem de kadınlar için kıskançlığın, kaygı, depresyon, kızgınlık ve eşi tarafından çekici bulunmama, değersizlik gibi duygu ve düşüncelerle ilintili olduğu söyleniyor.

Aşk Dedikleri... Aşk nedir

Aşk; en yalın biçimde anlatılan tek kavramdır o, adı kendisidir zaten. Onu anlatmak için sonu gelmez cümleler kurmanıza gerek yoktur, "Aşık oldum" dediğiniz an akan sular durur, küçücük çocuk bile sizi rahatlıkla anlayabilir, çünkü aşkın dili tektir.

Aşk cesaret ister, kocaman bir yürek ister.

Nedir bu aşk denilen şey, elle tutulmaz gözle görülmez bir
şeyse nedir bu yaşanan somut acılar,güzellikler?

Aşk hayata karşı işlenilen en doğru suç ortaklığıdır, Aşk hayatın
tekdüzeliğine, bütün sıradanlığına en soylubaşkaldırıdır. Ondan korkup kaçmak hiç kimseye yakışmaz. Ve elbette Aşkı suçlamak, yargılamak, karalamak inkar etmek de asla yakışık olmaz

Aşk hayatın bize hazırladığı en güzel sürprizdir, bu yüzden de kalpleri ne zaman ele geçireceği hiç belli değildir. Daha ne
olduğunu bile anlayamadan onun hükümdarlığına giriverirsiniz.

Aşkın zamanını biz ayarlayabilseydik eğer ve kime neden aşık olduğumuzu anlayabilseydik,aşkın sırrını da çözerdik herhalde. Ama o zaman da aşkın insanı alıp götüren büyüsü tamamen kaybolurdu. Aşk hayata karşı işlenen en güzel ve en doğru suç ortakIığıdır, aşk hayatın bütün tekdüzeliğine, bütün sıradanIığına en soylu başkaldırıdır. Ondan korkup kaçmak hiç kimseye yakışmaz. Ve elbette yasanılan aşkı suçlamak ,yargılamak, karalamak, inkar etmek de aşka yakışık kalmaz. Bu önce haksızlık, kendinize saygısızlık olur. İnsan sonuna kadar savunmalı aşkını, karşılık görmesede, acı çekeceğini hissetsede, yarın terkedileceğini bilsede, ailesini karşısına alacağını bilsede taviz vermemeli aşkından, "Seni Seviyorum" diyebilmeli göğsünü gere gere. Aşk iste o zaman aşktır. Ve bunun dogrusu yanlışı yoktur, zaten aşkın kendisi doğrudur, kime karşı duyuluyorsa bu aşk, doğru insanda işteodur. Aşkın zamanı yoktur, hep hazırlıksız yakalar insanı. Evli olmanız, sevgilinizin olması, bir ayrılığın taze yaralarını kurutmaya calışmanız,bağlılıktan korkmanız, ailenizden çekinmeniz, hatta sevilenin hapse girmesi bile onun hiç mi hiç umrunda değildir. İşte aşk bütün bunlara tek başınıza karşı gelebilme yurekliliğidir, belkide yeni hayata geçebilme yolu...

Aşkın ne zaman gelebileceği belli olmadığı gibi, ne zaman gideceği de hiç belli değildir. Fazla vakti yoktur onun, uzun süre beklemeye ve bekletilmeye tahammülü de yoktur. Bir başka göze bakmaya, bir başka tene dokunmaya başlaması o kadar da zor değildir...Aşktan değil, onun kaçmasından korkun ve doğruluğuna yanlışlığına bakmadan sonuna kadar savun aşkını. Biliyor musunuz , hayat zaten kocaman bir yalan, bu kadar sahteligin içinde gerçek ve doğru olan tek guzellik AŞK.!!. Lütfen ona haksızlık etmeyin ..

Aşkına sana aşık olana sahip çık ve onu kaybetme
"SENİ SEVİYORUM" Demek İçin Geç Kalma ; Sevgiyle Kal ...

Aşkın Kimyası

Romeo ve Juliet hikâyelerinin kimyasal yönünü araştıran bilim adamlarına göre, ilk bakışta aşk tıbben mümkün. Üstelik bunu sağlayan kimyasal karışım, uzun bir beraberliğin garantisi. İlk bakışta aşkın mistik bir yanı olmadığını iddia eden bilim adamlarına göre aşk ve cazibeyi yöneten duygular değil,...

Romeo ve Juliet hikâyelerinin kimyasal yönünü araştıran bilim adamlarına göre, ilk bakışta aşk tıbben mümkün. Üstelik bunu sağlayan kimyasal karışım, uzun bir beraberliğin garantisi. İlk bakışta aşkın mistik bir yanı olmadığını iddia eden bilim adamlarına göre aşk ve cazibeyi yöneten duygular değil, moleküller.

İlk bakışta birbirinden etkilenen çiftleri inceleyen New Mexico Üniversitesi biyologları, simetrik kemik yapısının, beğenide etkili olduğunu ve bunun, doğacak çocukların genetik yapısını belirlediğini söylüyor. Araştırmaya göre, erkeklerin yüzde 60 ila 80i kalça ölçülerini, doğurganlığın bir simgesi olarak algılıyor. Kadınlar ise feminen yüz çizgilerine sahip erkekleri daha yumuşak ve güvenilir bulup, etkileniyor.

"Yanıma Gel" Bakışı

Partide, bir erkekle gözgöze gelen kadının gülümsemesi ise bilimsel olarak şöyle açıklanıyor: Kadının beyninde, görsel ve işitsel algı merkezlerini kontrol eden bölüm, sinirlerin verdiği elektriği ileten dopaminleri harekete geçiriyor. Beynin, bu kimyasal reaksiyonu sonucunda, kadın erkeğe farkında olmadan "yanıma gel" bakışı gönderiyor.

Bu, motivasyonun etkisiyle yaklaşan erkeğin feromenleri, kadının hipotalamusuna ulaşarak, erkeğe "Evet, daha yaklaşabilirsin" bakışıyla geri dönüyor. Hipotalamusun yarattığı kimyasal reaksiyonlar sayesinde, bedenler birbirlerine seni çok çekici buluyorumanlamına gelen sinyaller gönderiyor: Gözbebekleri büyüyor, kalp atışı hızlanıyor, yüz kızarıyor, cilt hafif hafif terlemeden dolayı parlaklaşıyor.

Gecenin sonunda ise telefon numaraları veriliyor. Ertesi gün kadının veya erkeğin bir önceki geceye ilişkin anıları dopamin hareketlerini hızlandırıyor ve telefona yöneltiyor. Konuşmada, seslerin de olumlu etkisiyle, ilk karşılaşma anındaki haz tekrar kendini hissettiriyor ve birbirlerini görmek istiyorlar.

Aşkın kimyasal yönünü inceleyen bilim adamlarına göre, insanları evlilik ve tek eşliliğe iten sadece sosyal gelenekler değil. Bu görüşü savunan uzmanlar, sadakatin temelinde, dışarıdan farkedilemeyen kimyasal ve hormonal bir karışımın yattığını iddia ediyor.

Karışımın varlığı, hayatın en önemli kararlarından olan evlilik kararının alınmasını kolaylaştırıyor. Bu görüşe dayandırılarak, birbirine uymaz gibi görünen kişilerin, birbirini nasıl çekici bulduğu ve en kötü zamanlarında bile nasıl ayrılmadıkları açıklanıyor.

AŞKI İÇİN ÖLENLER, AŞKINI MUMLA ARAYANLAR!...

AŞKI İÇİN ÖLENLER, AŞKINI MUMLA ARAYANLAR!... BU HABERİ ÇOK DİKKATLİCE OKUYUN!... İŞTE SİZE AŞKIN “9” TARİFİ!... 9/6/2005 15:46 İngiliz bilim adamlarına göre aşkın tam 9 çeşidi var.

Aşkın bir beklenti olduğunu belirten bilim adamları, bunun yaşam tarzı, kültürel farklar ve çağa göre değişebileceğini söylüyor.

İngiliz bilim adamları bunun yanıtını bulduklarını iddia ediyor.


İşte uzmanların yaptığı araştırma sonrası aşkın 9 tarifi:

Yetişkin Aşk: Karşılıklı güven ve desteğe dayanır.

Eros Aşkı: Romeo ve Juliet tarzı aşk. Çiftler birbirlerini görür görmez aşık olur.

Hedonistik Aşık: Birlikteyken kişisel zevklere ve eğlenceye dayanıyor.

Romantik Aşk: Çiftlerin birbirlerine duygusal olarak ihtiyacı olduğunu döneme denk gelen aşk.

Mitolojik Aşk: Çiftlerin birbirlerine kavuşmak için büyük savaş verdiği ve sürmesi için çabanın gerekli olduğu aşk. Yunan mitolojisindeki savaşa neden olan Truvalı Helen ve Paris'in aşkı gibi.

Sosyal Aşk: İhtiraslı bir aşktan sonra toplumun beklentilerine göre şekil değiştiren aşk.

Maceracı Aşk: Gişe rekorları kıran Bridget Jones filminde olduğu gibi sürekli inişler ve çıkışlar yaşanan aşk.

Güvenli Aşk: Zamanla çiftlerin birbirlerinin en iyi arkadaşı olduğu ve kendilerini güvende hissettikleri aşk.

Ortak Aşk: Çiftlerin kişiliklerini yitirerek tek benlik oluşturdukları aşk. Birbirlerinin cümlelerini tamamlarlar.

Bilim Adamlarına göre Aşk

Dünyada Birçok Bilimadamı vardır..bunu hepimiz biliyoruz..Ve Tarihe Adını yazmış Birçok İsim Vardır..Dönemin En iyi şairleri Mucitleri..Yazarları..

Peki Bu Adamların Aşk ve Sevgi Hakkında Neler Düşündüğünü Kimse Merak Etmiyor mu ?
İşte Onlara Göre Sevmek Sevilmek Aşk tanımları..



Aristo:
"Sevmek acı çekmektir, sevmemek ölmek. Sevmek zevktir ama yanlız sevilmenin hiçbir zevki yoktur"

Augustinus:
"Sevgi ruhun güzelliğidir."

Franz Xaver Von Baader:
"Özgürlük aşk değildir, yalnız aşkın kapısıdır."

François Bacon:
"Büyük insanlarda, liyakat sahibi olanların kendilerini budalaca aşka kaptırdıkları görülmez. Büyük ruhlar ve büyük işler aşkla uzlaşmaz"

Bailey:
"Aşk dünyanın en tatlı mutluluğu ile en derin acısından yaratılmıştır"

Balzac:
"Aşk yaşamında kadın, ancak hünerli bir çalgıcının elinde dile gelen bir lir gibidir. Kadınlar bizleri sevdikleri zaman her suçumuzu bağışlarlar"

Basta:
"Erkek az fakat sık sever, kadın ise çok ancak bir kez sever"

Jeremy Bentham:
"Aşk hazzı, dostlukla duyu hazlarından yoğrulmuştur"

Bulor:
"Aşk cennetin dilinden bize kalan tek andır"

Antoine Bret:
"Aşkın ilk soluğu mantığın son soluğudur"

Jacob Boehme:
"İstek, hareket/genişleme, yön veren tezlere bilgelik eklendiğinde aşk olur"

La Cordaire:
"Aşk her şeyin başlangıcı, ortası ve sonudur"

Dante:
"Geniş varlık denizinin her yanında geniş bir aşk akışı vardır. Fiziksel devinim, bitkisel yaşam, zihinsel yaşam... hep evrensel aşkın derece derece yükselen aşamalarını oluşturur. Aşağı derecelerinde yanılmayan aşk, akılla aydınlandığı zaman iyilik ve kötülüğe eğilim kazanır. Aşk kusursuz olmayan iyiliklerin üzerinde de vardır. Hatta irade, hile ve şiddet kullanmak yoluyla bir başkasının kötülüğüne çalışmış olsa bile yine aşka uyar. Kötülükler aşktan uzaklaşma oranında bir takım derecelere sahiptir ve kötülük aşka yaklaşmak için sarf ettiği üç oranında erdeme yaklaşmış olur... Cehennem bile adalet kadar aşkın eseridir."

Eugene Delacroix:
"Aşkı anlatabilmek için yeryüzünde var olan dillerden başka bir dil ister"

Descartes:
"Bir şey kendimiz için iyi, yani uygun gibi sunulmuşsa ona karşı aşk duyarız."

Duclos:
"Aşk bıkılmayandır. Her şeyden bıkılabilir ama aşktan ... hayır"

Epiktet:
"Hareket etmenin nedeni 'istek' ve 'sevmektir', bu ise düşünmektir. Aşk
tutkudur. İyi ya da kötünün ne olduğunu fark edemeyen insan nasıl sevebilir"

Epikür:
"Bilge olan evlenmez. Evlense bile aşkın vehimlerine kapılmaz... Bir uygarlığın yetkinliği ve insanlığı ancak kardeşlik ve sevgiyle olasıdır."

Douglas Ferrola:
"Aşk kızamığa benzer, insan ne kadar geç yakalanırsa o kadar ağır geçer"

Faulkner:
"Aşkı kitaplara soktukları iyi oldu, yoksa belki de başka yerde
yaşayamayacaktı."

Fenelon:
"Sevmeden yaşamak yaşamak değildir. Az sevmek ise sürüklenmektir."

Feuerbach:
"Varlık sezginin, duyunun ve aşkın bir sırrıdır. Bu kişi, bu şey yani bireysel, yalnız duyumda, yalnız aşkta, mutlak bir değere sahiptir. Sonlu ve sonsuz orada bulunur. Aşkın sonsuz derinliği ve aşkın gerçeği, bununla yalnız bununla kaimdir" "... En derin ve en yüce gerçekler duyumlarda saklıdır. Böylece genel olarak başımız dışında bulunan bir nesne varoluşun gerçek ve ontolojik belgesi aşktır, varoluşun aşktan ve duyumdan başka belgesi yoktur."

Costance Foster:
"Sevgi bizi zamanın yıkımından koruyan yıkılmaz bir kaledir"

François M. C. Fourier:
1) Geçici ya da keyif verici aşklar ki, bu oyuncular, kahpeler, arsızlık aşkları gibi şekillere ayrılır.
2) Az çok bir süresi fakat kısır aşklar ki, bunlar gözde aşklardır.
3) Yalnız bir çocuk doğurtan geçici aşklar ki, bunlar dölleyen aşklardır.
4) Karılar ve kocalar aşkıdır ki, bu iki tarafın isteği ile yıllarca sürer ve bir çok çocuk doğurturur. Fakat bunlar birbirleriyle yaşayıp yaşamamakta serbesttir."

"Her erkek bütün kadınlara ve bir kadın bütün erkeklere sahiptir."

Freud:
"Yaşam belirtisinin kökeninde duygulanma; duygulanmanın da temeli aşktır"

Geraldy:
"Erkeğin yaradılışında sevmek yoktu. Ona aşkı öğreten kadındır"

Geothe:
"Sevilenin kusurlarını hoş görmeyen sevmiyor demektir"

Efes'li Heraklitos:
"Duyu organları akılsız ruhlara hizmet ettikleri zaman kötü tanıklardır. Eşek samanı altına tercih eder; köpek tanımadıklarına havlar. Domuz için çamur saf sudan daha değerlidir. Deniz suyu ister temiz ister kirli olsun, balıklar için kurtarıcı insanlar için uğursuzdur."

Victor Hugo:
"Aşk bir deniz, kadın onun kıyısıdır."

Paul Henri D. Holbach:
"İnsanlara kendi akıllarına saygı duymaları ve cesur olmaları telkin edilmeli ve kendileri için arkasından koşması gereken hayallere gereksinimleri varsa, doğruluk, iyilik ve barış sevgisini benimsemeleri öğretilmelidir"

Holty:
"Aşk kulübeyi altından bir saraya benzetir."

Albert Hubbart:
"Aşk yaşamdır deriz, ancak umutsuz inançsız aşk ölümden beterdir."

Konfüçyus:
"Dinsel erdem, insanlığı sevmekle olanaklıdır. Bu sevgi hissi, aileden toplumdan hükümete dek karşılıklı olarak uzamalıdır"

François La Rocheffoucauld:
"Tüm duygularımız ve tutkularımız rastlantı ve çıkarın eseridir ve bizim erdem, aşk, karşılık beklemezlik dediğimiz şeyler de hoşgörülerden başka bir şey değildir. Adalet aşkı nedir? Adaletsizlik ıstırabından korkmaktır. Aşk sahip olduklarımızın bizden alınması korkusudur. Aşk duyuların bir hummasıdır."

Mevlana:
"Bir aşkı başka aşk söndürebilir. Aşkta ne yükseklik, ne alçaklık, ne de akıllılık ve akılsızlık vardır. Hafızlık, şeyhlik, müritlik yoktur. Sadece kepazelik, aşağılık ve rintlik vardır. İnsanın toprağını aşk şebnemi ile yoğurdukları için alemde yüzlerce fitne ve kargaşalık peyda olur. Aşkın yüzlerce neşteri, ruhun damarlarına sokuldu ve oradan gönül adı verilen bir damla aldı... Aşk öyle engin bir denizdir ki, ne kenarı vardır, ne de ucu bucağı."

Moliere:
"Kadınların büyük tutkusu aşkı ilham etmektir. İnsanı aşkın güzellikleri
yaşatır."

Montaigne:
"Aşk utanma ve çekinmenin olduğu yerde vardır."

Mu-Ti:
"Kim başkasını severse kendisi de sevilecektir. Başkalarını kazandırmış olan kendisi de kazanmış olacaktır. Tüm insanlar kendileri arasında karşılıklı bir sevgi hissederlerse, güçlüler zayıfları avlayamazlar, sayıları çok olanlar daha az sayıdakileri, baskıları altına alamazlar. Zenginler yoksulları asla baskıları altına alamazlar, usta olanlar da beceriksizlerle alay edemezler. Sevgide tarafsızlık, kişisel sevgide yanılmayı önler; tarafsız sevgi kişisel sevginin de güvencesidir."

Newton:
"Aşk köprü kurmaktır. İnsanlar köprü kuracaklarına duvar ördükleri için yanlız kalırlar."

Robert Owen:
"İnsana karşı sonsuz bir sevgi ve şefkat duyabilmek için dinsel inançlardan kurtulmak gerekir."

Pascal:
"Aşk iradenin ereğidir. Her çeşit dışsal emir ve baskılardan çok usa uymak gerekir. İradenin ereği olan bu aşktan başlayıp tutkuda sona eren bir yaşam mutludur. Bunlardan birini seçmem gerekse 'aşk'ı yeğ tutarım. Biz aşk karakteri ile doğarız. Aşk ruhumuz yetkinleştikçe gelişir ve bizi güzel görünen şeye sürükler. Bundan sonra artık bizim bu alemde sevmekten başka bir şey için var olduğumuzdan kim kuşkulanır? ... Aşkın konusu güzelliktir ve insan evrenin en güzel nesnesi olduğu için dışarıda aradığı bu güzelliğin örneğini kendi içinde bulması gerekir. Bu itibarla insan ancak kendisine benzeyeni ve olabildiği kadar kendisine yaklaşanı sever. Sevmeye başlayınca eskisinden bambaşka bir insan
olduğumuzu anlarız. Aşktan söz ede ede insan aşık olur."

J. J. Rousseau:
"Aşk mutluluğunu evlendirdikten sonra da sürdürebilseydik, dünya cennet olurdu. Duygulu gönüller sevginin her türlüsü için duygulu değil mi?"

Shakespeare:
"Değişiklikle karşılaşınca değişen aşk, aşk değildir... Aşk gözle değil ruhla görülür."

Madame De Scudery:
"İnsan sevmeye başladı mı, yaşamaya da başlar."

Schiller:
"Ey aşk, güzel ve kısasın... Aşk insanı birliğe, bencillik yalnızlığa götürür."

Seneca:
"Yalnız akıllı bir insan sevmesini bilir. Sevip de yitirmek, sevmemiş olmaktan daha iyidir."

Stendal:
"Aşk, coşku ve tutku olduktan sonra insan hiç sarsılmaz, bunlar olmayınca yaşam neye yarar"

Cenap Şehabettin:
"Kadın olsun, kitap olsun cildine aldanmayıp içindekilere bakılmalıdır."

Mark Twain:
"Hiç kimse uzun süre evli kalmadıkça gerçek aşkın ne olduğunu anlayamaz."

Voltaire:
"Aşk bir tablodur, onu doğa çizmiş ve hayal süslemiştir. Tanrı kadınları
erkekleri evcilleştirmek için yarattı."

Oscar Wilde:
"Erkekler kadınların ilk aşkı, kadınlar da erkeklerin son aşkı olmak ister."

Arama



Reklam






Mevsimler aşkı tetikleyen görsel uyarıcı

Bir zamanlar dillerden düşmeyen şarkıdaki gibi, güneşli yağmurların başlamasıyla ''her bahar aşık olanlar''ın bunu yaşadıkları hormonal değişimlere borçlu olduğu iddia edildi.


Selma Bıyıklı'nın haberi

Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Zülküf Önal, hormonal değişimler nedeniyle bahar ve yaz aylarında duyguların yoğun hissedildiğini ve çok daha kolay aşık olunduğunu bildirdi. Önal, ''Kompleks nörobiyolojik bir fenomen olarak güven, inanç, haz ve ödül aktivitelerinin beyinde yer aldığı bir süreç'' anlamındaki aşkın limbik sistemin bütünlüğünün işareti olduğunu söyledi.
Mevsimsel değişimlerin aynı zamanda duygusal değişimlere de neden olduğunu belirten Önal, ''Hormonal değişimler nedeniyle bahar ve yaz aylarında duygular yoğun hissedilirken çok daha kolay aşık olunuyor'' dedi.
Romantik aşkın hayat verip motive ettiğini, bu sürecin insan türünün devamlılığı için de gerekli olduğunu anlatan Önal, beynin belli bölümlerinin aşk konusunda farklı rolleri olduğunu bildirdi.
-BEYİNDE AŞKLA İLGİLİ ROLÜ OLAN BÖLÜMLER-
Önal, kadınlarda erkeklerden daha geniş olan ''Ön singulat kortex''in seçenekleri tartıp kararları verdiğini, endişe merkezi olduğunu belirtti.
Bu bölümün düzgün çalışması durumunda dikkatin farklı şeylere yoğunlaşabildiğini, zor durumlardan çıkış yolları bulunduğunu, hataların bağışlandığını, geçmişin acılarının unutulduğunu, iyimser bir bakış açısıyla geleceğe umutla bakıldığını, ilişkinin iniş ve çıkışlarıyla baş edilebildiğini kaydetti.
Kadınlarda daha geniş ve erkeklere nazaran 1-2 yıl daha erken olgunlaşan ''Prefrontal korteks''in ise duyguları kontrol ettiğini ifade eden Önal, ''Beyin korteksi, kişinin duygusal ve cinsel anlamda yaşadıklarından öğrendiklerini daha sonra kullanılmak üzere depolama işlevini görür. Frontal korteks de kişiler arası ilişkiler, duygusal ve cinsel seçimlerde ve kişisel eğilimlerde görev alacak öğrenme işini üstlenmiştir'' diye konuştu.
Önal, duyma, okuma, sosyal işaretleri okuma, kısa süreli hafıza, anıları uzun süreli kaydetme, müziği işleme, seslerin tonu ve duygu durum dengesi ile ilişkili olan ''Temporal korteks''in doğru çalışması durumunda da duygusal denge, doğru anlama, uygun kelimeleri kullanma ve hafızayı canlı tutmayı sağladığını belirtti.
Endişe merkezi olan ''Bazal gangliya''nın da duygu, düşünce ve hareketleri bütünlediğini, vücudun rölanti ayarını yaptığını, hareketleri yumuşattığını, motivasyonu düzenleyip zevke vasıta olduğunu kaydeden Önal, ''Bazal ganglion olarak adlandırılan accumbens çekirdeği, bir ilişkiyi ya da cinsel işlevi başlatmada ve zevk alma işlevinde uyarıcı görev üstlenir'' dedi.
-LİMBİK SİSTEM VE HORMONLAR-
Limbik sistemin ise olumlu ve olumsuz duygusal hafızayı depoladığını, uyku ve iştah döngülerini kontrol ettiğini, kokuları doğrudan işlediğini anlatan Önal, ''Doğru çalıştığı zaman kişi iyimser olur ve rahat ilişki kurar. Aldıkları bilgileri süzgeçten geçirip çevresindekilere olumlu olarak yansıtır. Neşeli, cinsel açıdan çekici ve tutkulu olabilir'' şeklinde konuştu.
Vücutta aşktan sorumlu bazı hormon ve moleküller de bulunduğuna dikkati çeken Önal, bunlardan ''feniletilamin''in beyinde aşkla ilgili oluşan en önemli kimyasal olduğunu; güçlü, kontrolü elinde tutan, herşeyi tüketen, bazen sadece işle ilgilenen bazen de baştan çıkarıcı olan ''östrojen''in de beyne kendini iyi hissettiren kimyasallar olan dopamin, serotonin, asetilkolin ve norepinefrinin ''arkadaşı'' olduğunu söyledi.
''Progesteron''un ise ''Östrojenin arka planda kalan güçlü kardeşi'' olduğunu belirten Önal, zaman zaman ortaya çıkan bu hormonun, ''bazen östrojenin etkilerini tersine çeviren bir fırtına bulutu gibi olduğunu, bazen de arada eriyip gittiğini'' bildirdi.
''Testesteron''un, ''iddialı, odaklanmış, her şeyi tüketen, erkek, baştan çıkartıcı, saldırgan ve hissiz'' olduğunu, ''Dhea''nın ise ''Bütün hormonların koruyucusu, bağımsız, baştan çıkarıcı, hayatın özünü içinde barındıran, enerji verici, testesteron ve östrojenin anne ve babası'' niteliği taşıdığını anlatan Önal, ''Gençlikte bol miktarda bulunur, yaşlandıkça azalır'' dedi.
''Adrenalin''in kalp hızını artırdığını, tansiyonu yükselttiğini, vücudu tetikte tuttuğunu, zevk ve heyecanın zeminini hazırladığını kaydeden Önal, ''Dopamin''in de zevk, motivasyon ve konsantrasyonla ilgili olduğunu söyledi. Önal, ''Bu hormon beynin ödül merkezinde yer alır. Yeterli dopamin düzeyi kendine güveni artırır. Aşkın ilk dönemlerinde yüksek dopamin, düşük serotonin seviyesi gözlenir'' diye konuştu.
''Serotonin''in de iyi hissettiren bir molekül olduğunu vurgulayan Önal, bunun duygu durumunun düzenlenmesi ve duygusal esneklikte rol oynadığını bildirdi.
Düşük serotonin düzeyine yeni aşıkların yanı sıra depresyon, anksiyete, obsesif-kompulsif bozuklukta rastlandığına anlatan Önal, şunları söyledi:
''Bu düşük seviyeye paralel olarak tutkulu aşıklarda bazal gangliya ve ön singulat girusda artmış aktivite tespit edilmiştir. Aşırı serotonin artışına neden olan antidepresif ilaçlar ise cinsel işlev bozukluğuna neden olur. İlk bakışta aşk vardır. Üstelik bunu sağlayan kimyasal karışım, uzun bir beraberliğin garantisidir. İlk bakışta aşkın mistik bir yanı yoktur, aşk ve cazibeyi yöneten duygular değil, moleküllerdir.''
Kadınlardaki limbik lobun erkeklerden daha büyük olduğunu bildiren Önal, bunun kadınların ilişkilerde daha istikrarlı ve tutarlı olmalarını sağladığına dikkati çekti.
''Aşkın kimyasal senfonisi'' denilen hormonların işleyişi ile ilgili de bilgi veren Önal, östrojen, testesteron, nitrik oksit ve feromonların ''çekim''; adrenalin, noradrenalin, dopamin, serotonin ve feniletilenaminin ''karasevda''; oksitosin ve vazopressinin ''bağlılık''; azalan serotonin ve endorfinin ise ''ayrılık''tan sorumlu olduklarını bildirdi.
-''ROMANTİK AŞKI TETİKLEYEN GÖRSEL UYARI''-
Sıradan bir konuşma yapan bir erkekle kadının beyinlerinin taranmasıyla yapılan çalışmadan da söz eden Önal, ''Erkeğin beyninde cinsellikle ilgili bölgeler aktive olurken aynı durum kadın beyninde izlenmemiştir. Erkek bu görüşmeyi potansiyel bir cinsel randevu olarak görürken, kadın bu durumu 'konuşan iki insan olarak' algılamıştır. Romantik aşkı tetikleyen görsel uyarıdan başka bir şey değildir. Sanıldığı gibi ses, zeka, cazibe veya sosyal ve finansal statünün bir önemi yoktur'' diye konuştu.
Aşık olan bir kişinin beynindeki korteks, anterior singulat, hipokampus, striatum, nukleus acumbens bölgelerinin aktive olduğunu kaydeden Prof. Dr. Mehmet Zülküf Önal, ilk bakışta birbirinden etkilenen çiftlerin incelendiği bir araştırmada, simetrik kemik yapısının beğenide etkili olduğunun, bunun doğacak çocukların genetik yapısını belirlediğinin tespit edildiğini söyledi.
Aşkın, başladığı ilk dönemde beynin ödül devrelerini tetikleyerek kokain, eroin, morfin gibi uyuşturucu etkisi yarattığını kaydeden Önal, bu etkinin 6-8 ay kadar sürdüğünü bildirdi.
10 yıldan fazla evli 5 bin çift üzerinde yapılan bir araştırmaya göre evlilikteki romantizmin 7 yıldan daha az sürdüğünü anlatan Önal, şunları söyledi:
''Yeni evliler arasındaki romantizm 2 yıl, 6 ay, 25 gün sonra bitiyor. Bu süreden sonra erkekler düzenli, kadınlar da bakımlı olmayı bırakıyor. Evliliğin 3. yılında çiftlerin yüzde 83'ü yıl dönümlerini kutlamak için çaba sarf etmemeye başlıyor. Araştırmaya katılan çiftlerin yüzde 83'ü evliliklerinin ilk aylarında el ele tutuşurken, 937.5 gün sonra bu oran yüzde 38'e düşüyor. İlk yıllarda günde 8 kez birbirlerine sarılan çiftler, ilk yıldan sonra bunu yapmamaya başlıyor. Araştırmaya göre, bu oranlar dışarıda sürpriz bir akşam yemeği ve televizyon kumandasının paylaşılması için de geçerli.''
Önal, aşkın stresi azalttığını ve sağlıklı bir yaşam için gerekli olduğunu da vurguladı.

05.05.2009
AA



3 Mayıs 2009 Pazar

Evlilik Kader midir?

Her şey tamamen nasip, kader, kısmet işidir. Fakat bu, cüz’î irademizi inkâr etmemiz ve yok saymamız mânâsına da gelmiyor. Bir şeyde her ikisini birden algılayabilmeliyiz. Nasip ve kısmet işi olan bir şey, genelde bizim cüz’î irademiz tarafından da tercih edilmiş olabiliyor. Ya da bizim cüz’î irademizle tercih ettiğimiz bir şey, genelde ve aynı zamanda nasip ve kısmetimiz de olabiliyor!

Bununla beraber, cüz’î irademizle seçmediğimiz bir şey bazen kısmetimizde çıkmıyor değil. Ya da kimi zaman cüz’î irademiz başka bir hususta tercih bildirirken, bazen ummadığımız ve beklemediğimiz bir kapı başka bir cihetten açılmıyor değil!

Ne var ki bu tecelli yalnız evlilik tercihinde değil, her konuda ve her zaman söz konusu olmaktadır. Rabb-i Zülcelâl’imiz bunun için, “Belki sevmediğiniz şey, hakkınızda hayırlıdır. Bazen de sevdiğiniz bir şey sizin için şer olur. Allah her şeyi bilir, siz bilmezsiniz”1 buyurmakta ve dikkat nazarlarımızı kendi yüksek ve sonsuz ilmine ve iradesine çevirmektedir. Fakat hemen belirtelim: Büyü ile kader asla değişmez.

Yönelişlerimizde Allah’ın ilim ve iradesi hâkim olmasaydı, sayısız hatalardan kendimizi elbet koruyamayacaktık. Hep doğruyu ve hayırlı olanı mı seçtiğimizi sanıyoruz? Hiç, iyi diye seçtiğimiz, fakat başımıza belâ getiren birçok tercihimizi hatırlamıyor muyuz? Şer riskinden korunmak için, Allah’tan hep hayırlısını istemiyor muyuz?

Emin olmalıyız ki, bizim için nasip ve kısmet olan şey, hayırlı olan şeydir. Öbür seçenekler bize hayırlı değildir ki, nasip ve kısmet olmamıştır. Başkasına hayırlı olması, bize de hayırlı olacağı mânâsına gelmez. Biz bize özgü bir tecelli bekleriz ve buna liyakatimiz vardır. Cenâb-ı Hak da bize, bize özel davranıyor. Başkasına verdiği şeyi bazen bizden bunun için esirgiyor. Çünkü bizim hayrımıza olan şey, o anda Allah’ın esirgemesindedir.

Nasip, Cenâb-ı Hakkın bir şeyi bizim için tensip buyurması, uygun görmesi ve onu takdir etmesidir. Kısmet de, Cenâb-ı Hakkın herkese kendi özel şartlarında, kendine lâzım olacak şeyleri, diğer sayısız seçeneklerden seçip ayırıp vermesidir. Her ikisi de Allah’ın tensip ve takdiri demektir.

Bizim cüz’î irademiz ise bir duâ mekanizmasıdır. Bir şeyi dilimizle duâ edip istediğimiz gibi, kalben de istediğimiz şeye yöneliriz. Cüz’î irade kalbin yönelişinden ibarettir ki, bir nev'î fiilî duâdır. Veya fiilî duâ başlangıcıdır. Fakat bu bir duâ olduğundan, yöneldiğimiz şeyin hayırlı olmasını ve hayırlı olması halinde ihsan edilmesini de isteriz. Aynı zamanda o yöne doğru adımlarımızı atarız, harekete geçeriz. Allah’tan hayır umarak doğru bildiğimiz yolda yürürüz. Eğer istediğimiz şey gerçekleşirse, bunun bizim için hayırlı olan bir takdir, nasip ve kısmet olduğuna hükmederiz.

Evleneceğimiz adayı tesbit ederken, izlememiz gereken yol da budur. Önce Allah’tan hep hayırlısını isteriz. Sonra bizim için hayırlı olabileceğini umduğumuz şahıslara ilgi duyarız. Ardından, ilgi duyduğumuz şahıslara haberci gönderip, “Allah’ın emriyle, Peygamber’in (asm) kavliyle” evlenmek niyetimizi açıklarız. Bu aşamaların hepsinde, bu teşebbüsümüzün bizim için hayırlı olmasını, bizi hayra yönlendirmesini Cenâb-ı Hak’tan hep isteriz. Hem isteriz, hem de teşebbüslerimize devam ederiz. Bir yerlerde bir olumsuzluk çıktığında, akl-ı selimle hareket edip çözmeye çalışırız. Olumsuzluklar artarsa, akl-ı selimi yine elden bırakmayız. Bu esnada etrafımıza ve çevremize de akıl danışırız, istişâre ederiz. Olumsuzlukları aşamaz ve fakat bu tercihimizin bizim için hayırlı olacağını hâlâ umarsak; Allah’a dayanarak ve Allah’tan hayır bekleyerek çözüm üretmeye devam ederiz. Pes etmeyiz. Ümitsiz olmayız.

Fakat olmayacak duâya da “âmin!” demeyiz. “Hayırsızsa da bu olsun, hayırlıysa da bu olsun!” tarzında bir ısrar ile hayır duâmızı bulandırmayız. “Hayır” istemekten vazgeçmeyiz. İşimiz yolunda gitmediğinde her şeyin bittiği evhamına kapılmamıza gerek yoktur. Allah’ın bizim için bir hayır tercihi yaptığını düşünmeliyiz. Tevhid inancı bunu gerektirdiği gibi, huzur ve saadet de bundadır!

Evlilik meselesinde erkeğin daha özgür olduğunu, kızların özgürlüklerinin kısıtlandığını düşünmek yanlıştır. Erkekler kadar kızlar da hayat arkadaşlarını seçmekte özgürdürler ve seçicidirler. Kızın veya kız tarafının da bir erkeğe talip olması söz konusu olabilir. Kız ailesi uygun gördüğü erkek tarafına yakın durabilir, haber gönderebilir. Bu ne ayıptır, ne de günahtır! Yeter ki, âdâb, erkân, ahlâk ve haya yok sayılmasın!

Sehl bin Sa’d (ra) bildirmiştir: Bir kadın geldi ve bir toplulukta kendisini Resûlullah’a arz etti. Dedi ki:

“Yâ Resûlallah! Ben evlilik için kendimi size arz ediyorum. Nasıl isterseniz öyle yapın! İster kendiniz alın, ister başkasıyla evlendirin!”

Bunun üzerine topluluktan birisi kalkarak:

“Yâ Resûlallah! Beni onunla evlendirin!” dedi.

Resûlullah da (asm):

“Öyleyse haydi git, araştır. Demir de olsa bir yüzük bul, getir!” buyurdu.

Adam gitti, fakat demir bir halka bile bulamadı. Bunun üzerine Resûlullah (asm):

“Kur’ân sûrelerinden ezberinde bir şey var mı?” buyurdu. Adam:

“Evet!” deyince, Resul-i Ekrem (asm), ezberinde olan Kur’ân sûreleriyle adamı o kadınla evlendirdi.2


Dipnotlar:

1. Bakara Sûresi: 216

2. Nesâî, Nikâh, 1, 69 yeniasya/Süleyman Kösmene
__________________
Ey Baki olan Allah,Baki ancak Sensin...

İnsan Neden Evlenmelidir?

Evliliğe teşebbüs edecek kimsenin düşüneceği ilk husus, kendi duygu ve düşüncesine uygun bir eş araştırmaktır. Şimdilerde pek çok genç bu hayâtî işi sırf hisleriyle değerlendirmekte ve sokakta, çarşıda, pazarda tanıştığı biriyle hemen yuva kurmaya çalışmaktadır.
"Nedir, ne değildir, evlenme ve yuva kurma mantığı nasıldır?.." gibi mülâhazalar göz ardı edilerek gerçekleştirilen izdivaçların bir felâket getireceği açıktır. Oysaki kendileri dışında konuya daha farklı bir gözle bakan, daha başka hesap ve kıstaslarla değerlendiren kimselerin reylerine, görüşlerine müracaat edilebilirdi ve yararlı da olurdu.

Bazen böyle hissî bir mülâhaza ile gerçekleştirilen bir evlilik, cennet köşesi telâkki edilen yuvayı bir cehennem çukuruna çevirebilir. Bildiğimiz, tanıdığımız nice insan vardır ki bunların dinî salâbeti, aşkı, heyecanı bizce müsellemdir ama, bu mevzudaki münasebetsizlikten ya da bir hesapsızlıktan bütün hâne halkı derin bir bunalım içindedirler ve âdeta kaos yaşamaktadırlar.

Böyle bir ailede, çekişme ve sürtüşmelerin ardı arkası kesilmez. Erkek dinini yaşamak ister, kadın rahatsız olur. Bunun aksi de her zaman söz konusudur. Dolayısıyla da böyle bir ailede kadın ve erkek hiçbir zaman vahdet teşkil edemezler, yuvayı paylaşamazlar, aksine hep farklı kutuplar gibi yaşarlar.

Bu çarpışma ve boğuşmada çocuklar bazen bir tarafa bağlanır, bazen de bu iki cephe arasında hissiz, duygusuz; cemiyete ve aileye düşman hâle gelirler. Binaenaleyh, erkek veya kadın izdivaca adım atarken, bu konuyu çok iyi düşünmeli, gerekirse tecrübe sahipleriyle istişare etmeli ve tercih sebeplerini çok iyi belirlemelidirler.

Eş seçiminde dinî hassasiyet, en önemli tercih sebebidir. Çünkü aile hayatı, sadece dünyaya ait bir hayat değildir; o evlâtlarla, torunlarla devam eden ve ahirette de sürecek olan bir hayattır. Bu itibarla, müstakbel eşin dinî düşüncesine, ameline, özellikle de akîdesine mutlaka dikkat edilmelidir. Bu tespitlerimiz elbette ki dindarlar ve dinin kanunlarını, kıstaslarını kabul edenler içindir. Şunu bir kere daha belirtmeliyim ki, izdivaç, dünyevî-uhrevî mutluluğun çok önemli bir dayanağıdır; böyle ciddî bir konuda yanlış yapan her iki dünyasını da karartmış olur.

İyi evlat yetiştirme evliliğin en önemli gayelerindendir

Anne ve baba, iyi evlât yetiştirme konusunda mutlaka mutabakat sağlamalıdırlar. Çocuk yetiştirme kabiliyet ve istidatı olmayan, olsa da sorumluluk yüklenmeyen bir anne ve onların hiçbir problemiyle meşgul olmayan bir babanın vesayetindeki çocuklar anne ve babaları olsa da yetimdirler.

Allah'ın, şefkat, merhamet, incelik ve hassasiyetle donattığı, donatıp çocuklarını yetiştirme konusunu tabiatının bir derinliği haline getirdiği anne, ruhundaki bu potansiyeli mutlaka onları hakikî insanlığa yükseltme istikametinde kullanmalıdır. Zaten o fıtratı itibarıyla bir muallime, bir mürebbiye ve bir mürşidedir. Onun en önemli vazifesi çocuğunu yetiştirme olmalıdır. 'Allah, anne ile çocuğunun arasını ayıranı kıyamet gününde sevdiklerinden ayırır.' hadisi de annenin çocuk terbiyesindeki müstesna rolünü gayet net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Anne, donanımının gereğini yerine getirirken baba da hilkat ve konumunun icabı daima temkinli, dirayetli, kiyasetli ve dikkatli olması gerekmektedir. O siyasetle, memuriyetle, ticaretle, ziraatle vb. işlerle meşgul olur ve biraz da tabiatının gereği ailedeki ayrı bir boşluğu doldurur. Evet o, gücü, mukavemeti ve farklı yapısıyla ayrı işlere namzettir. Zaten kadimden beri o hep hususî bir sorumluluğun insanı olagelmiştir. Ormandan ağaç kesmeden alın da, saban sürmeye; arpa, buğday ekip biçmeden inşaatlardaki ya da fabrikalardaki bütün ağır işlere kadar her şey ona bağlı devam ede gelmiştir. Böyle ağır işlere, bedeniyle, iradesiyle mukavemet edebilecek erkek bence yerini korumalı, kadın işleriyle kadınlaşmamalı ve kadını da takatini aşkın ağır işlerle uğraştırmamalıdır.

Ayrıca erkek, bir mukavemet âbidesidir ama, bir şefkat kahramanı değildir. Şefkat, annenin en önemli derinliğidir; o, dokuz ay karnında gezdirir çocuğunu. Dünyaya getirir yüz zahmetiyle, bakar büyütür bin meşakkatiyle. Gece inlediği zaman hemen kalkıp imdadına koşar.. ağladığında da bağrına basar. Tabiatından kaynaklanan bir iştiyak ve insiyakla onu yaşatmak için yaşar. İşte bir tarafta kadın diğer tarafta da erkek, teşkil ettikleri aile vahdetiyle cennet saraylarını hatırlatan öyle bir yuva kurarlar ki bu yuvanın çehresinde öteleri temâşâ edebilirler.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, anne-baba, hisli, şuurlu, vatanına milletine, dinine sımsıkı bağlı bir neslin yetişmesi için gerekli olan her şeyi yapmalıdır.



Fethullah Gülen, Zaman
23.01.2009

Evlilik, Evcilik Oyunu Degildir

Aile, bir çocuk yapma fabrikası değildir; o, toplumun en hayâtî bir parçası ve milletin de ilk nüvesidir. Dolayısıyla da o, ne bir kuluçka makinesi, ne de cismânî arzuların tatmin vasıtasıdır. O, kutsal bir müessesedir. Kutsiyetin en belirgin çizgisi de nikâhtır.
Belli prensipler çerçevesinde, meşrû bir akitle çiftlerin bir araya gelmesine nikâh denir ki; bu hedefi, gayesi belli bir anlaşmadır. Allah, nikâh prensipleri içinde olmayan bir araya gelmelere "sifah" ve "zina" nazarıyla bakar.

Din, "nikâh" adı altında böyle bir meşrû birleşmeyi iyi bir milletin temeli, rüknü, esası kabul eder. Ancak, meşrû birleşmeler bile bir gayeye bağlıdırlar. Maksatsız, gayesiz, gelişigüzel evlilikler meşrû sınırları zorlayacağından, bir Müslüman bu konuda oldukça hassastır. Evet, izdivaçtaki hedef, Allah'ı hoşnut ve Resûlullah'ı memnun edecek bir neslin yetiştirilmesi olmalıdır.

Hedefi ve gayesi olmayan izdivaçlar, niyetsiz ameller gibi bereketsizdirler. Gaye olmayınca bazen dinine-diyanetine bakılmadan hiç tanınmayan birisiyle sırf boyuna posuna bakılarak evliliğe benzeyen bir araya gelmeler uhrevî derinliğinin olmaması yanında çok defa imtizaçsızlıklar ve geçimsizliklerle sonuçlanır.

"Gayeli izdivaç", enine-boyuna düşünülerek, hissin yanında aklî-mantıkî olan izdivaçtır. Ve evlenmede "maksat" düşünülerek hareket edildiğinden ailede huzur vardır. Neticesi düşünülmeden ve bir gaye gözetilmeden yapılan evliliklerin neticesinde ise değişik sıkıntılar söz konusudur. Böyle bir yuvada, aile fertleri sürekli huzursuzluk yaşarlar.

Din, bir taraftan evlenmeyi meşrû kılıp onu teşvik ederken diğer taraftan da meseleyi gaye ile sınırlandırmaktadır. Zaten insanın her işinde ve davranışında bir gaye olmalıdır ki, teşebbüs ve atılımlarında da kararlı olabilsin ve o hedefe ulaşmaya çalışsın. Şayet o bir gaye gözetmiyorsa, mesaisini de tanzim edemez ve hiçbir zaman hedefe ulaşamaz.

Herkes mutlaka evlenmeli midir?

Din, izdivaç konusuna, tahminlerin üstünde önem verir. Buna paralel olarak İslâm fıkıhçıları da nikâhı mühim bir mesele olarak ele almış, konuyla alâkalı ciltlerle kitap yazmış ve hassasiyetle üzerinde durmuşlardır. İzdivaç veya nikâh meselesini farz, vacip, sünnet, haram, mekruh kategorilerinde mütalâa etmiş ve biraz da şahısların özel durumuna bağlamışlardır. Bu, şu demektir: Herkes gelişigüzel evlenemez; bir seviyeye gelen insan evlenme mecburiyetinde; hatta bazı kimselerin evlenmesi vacip iken; bir başka vaziyetten ötürü bir diğerinin evlenmesi mekruhtur.

Binaenaleyh, bunları hiç hesaba katmadan, sadece cismânî durumu nazar-ı itibara alarak izdivaç yapan bir insanın, ileride cemiyete yararlı bir aile veya bir çocuk kazandıracağı da şüphelidir.

İslâm hukukçularından Hanefiler ve Malikiler, bu konuda birbirlerine yakın sayılırlar; aradaki farklı düşünceler teferruata aittir. Bu büyük İslâm hukukçularının tespitleri ile arz edecek olursak, nikâhla alâkalı, ana hatlarıyla aşağıdaki gibi bir tasnif ortaya çıkar.

1) Farz olan evlilik

Zinaya düşme ve haram irtikâp etme tehlikesi karşısında bulunan bir kimse, mihir ödeme gücüne ve ailesini geçindirecek kadar nafaka temin etme imkânına sahipse; hatta bazılarına göre oruç da tutamıyorsa onun evlenmesi farzdır.

Yani harama düşmemek için evlenmek esastır ve haramla yüz yüze gelen birinin başvuracağı tek çare evlenme olmalıdır. Gayr-i tabiî yollarla izdivaçtan kaçmak, tabiatla savaştır ve böyle bir savaşa kalkışanın yenik düşmesi de kaçınılmazdır.

2) Vacip olan evlilik

Şayet evlendiği takdirde mihir ödeme ve aileyi geçindirme gücüne sahip, haram irtikabı söz konusu değil ama sırf bir "endişe" olarak bahis mevzuu ise onun evlenmesi de vaciptir. Bu tevcih de yine bazı fakihlere aittir, umumun görüşü ve içtihadı değildir.

3) Sünnet olan evlilik

Herhangi bir tehlike söz konusu değil, evlenmeye de arzu ve rağbet varsa, kısaca böyle birinin evlenmesi de sünnettir.

4) Haram olan evlilik

Evlenmekle haram irtikap edecek; evini geçindirebilmek için gayr-i meşrû kazanç yollarına girecek, irtikap, ihtilas, rüşvet.. gibi muharremâtı irtikap edecekse, bu insanın evlenmesi de haram ya da en azından mekruhtur. Eşine zulmedecek kadar dengesiz biri için de aynı mütalâayı serdedenler vardır.

5) Mekruh olan evlilik

Bazılarına göre harama girme, cevir ve zulümde bulunma kat'î değil de ihtimal dâhilinde ise bu durumdaki birinin evlenmesi de mekruhtur.

6) Mubah olan evlilik

Helâlinden kazanan, zinaya düşme ihtimali bulunmayan, mihir verecek güce ve nafakaya da gücü yeten temkinli ve tedbirli birinin izdivacı da memduh veya mubahtır. Böyle birisi ister evlenir isterse evlenmez.

Bu hususlarla, izdivaçta dinin nasıl bir kısım gayeler takip ettiğini, evlenmenin basit, hissî bir mesele olmadığını göstermeye çalıştık. Şayet bu önemli iş, mantıkî, hissî boşluklara sebebiyet vermeyecek şekilde sağlam esaslara bağlanmazsa, mahkeme kapıları, dul ve sahipsiz kadınlar, ortada kalmış çocuklar bu işin kaçınılmaz sonucu olacaktır. Din, bütün bunların önüne ta baştan bir set koyarak, neticesi bu türlü olumsuzluklara müncer olan bir izdivacı haram, mekruh gibi kategorilerle zabt u rabt altına alır; his ağırlıklı bir meselede akıl, mantık ve muhakeme yolunu öne çıkarır.

Bizim burada, vurgulamak istediğimiz husus, evlenmenin çok ciddî bir müessese olduğu, onunla toplumun en önemli unsuru olan ailenin teşekkül ettirildiğinin vurgulanmasıdır. Bu itibarla evlilik düşünülürken ferdin cismâniyetiyle alâkalı alelâde bir durum olarak değil; bütün bir toplumun, hatta topyekün bir milletin saadetini alâkadar eden dinî, millî ve âlemşümûl bir mesele olarak düşünülmelidir. Bu konuda ferdin bedenî ve nefsânî durumunu alâkadar eden hususa gelince, bu sadece gâye-i uzmâ'nın husule gelebilmesi için Allah (cc) tarafından insana lütfedilmiş bir prim ve bir bahşiştir. Tabir caizse, bu bir avans olarak değerlendirilmeli ve insanlık neslinin bekası, millî istikbâlimizi bayraklaştıracak yüksek karakterli fertlerin yetiştirilmesi gibi mühim hizmetin peşin mükafâtı olarak görülmelidir.



Fethullah Gülen, Zaman
16.01.2009

Efendimiz'in İftihar Edeceği Nesil

İslâm dini, evlenmeye ve çoğalmaya oldukça önem vermektedir. Öyle ki, izdivaçta her şey, inceden inceye düşünülecek, bin türlü hesap yapılacak ve hiçbir yanlışlığa meydan vermeyecek şekilde hassas davranılacaktır.. davranılacaktır ki, kurulan yuva, yuva yıkımını netice veren sebeplere bina edilmesin.
Hasen derecedeki bir hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: "Evleniniz, çoğalınız; ben kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar ederim."

Konuyla alâkalı bir âyet-i kerimede de şöyle buyurulur: "Aranızdaki bekârları (hürlerle mümkün olmasa da) kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli olanlarla evlendiriniz. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah, (lütfu) çok geniş olan ve (her şeyi) bilendir." (Nûr, 24/32)

Nikâh yapma imkânına sahip bulunmayan, yani infak edemeyen ya da mihir veremeyen, daha doğrusu bir aileyi geçindiremeyen kimseye gelince, Allahu Teâlâ onu, fazlıyla zengin kılacağı ana kadar sabretmeli, iffetiyle yaşamalı ve harama girmemelidir.

Bu son nas ve onun yorumları, diğer delillerle zahiren çatışıyor gibi görünse de temel espri açısından aynı gerçeklerin vurgulandığında şüphe yok.

Şöyle ki: "Evlenin, çoğalın, zira ben, kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar ederim." hadis-i şerifi, -mazmunu mahfuz- mefhum-u muhalifi ile şunları hatırlattığı söylenebilir: Resûl-i Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) şayet izdivaçla iftihar edeceği bir nesil hedeflenmemişse, o izdivaç ya da çoğalmanın hiçbir anlamı yoktur. Evet, terörizme ya da sefahete bulaşmış, başı secdesiz, vicdanı paslı, gözü kanlı bir nesil ile Resûl-i Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) iftihar etmeyeceği açıktır. O'nun, çoğalmasını istediği nesil, Allah indinde de makbul olan, O'nun rızasını kazanmaya teşne bulunan din-i mübini yaşayan ve yaşatan bir nesil olmalıdır. Kur'ân-ı Kerim, değişik nûrefşan beyanlarıyla bu mülâhazaya en sağlam referanstır: "Servet ve oğullarınız, dünya hayatının süsüdür; ebediyet vadeden iyi işler ise Rabb'inin nezdinde sevapça daha hayırlı, ümit bağlamaya da daha lâyıktır." (Kehf, 18/46) Evet işleriniz ahirete müteveccih ise siz Rabb'inizden, o da sizden hoşnut olacağı bir yola girmiş sayılırsınız.

Bu mütalâa ile vardığımız sonuç şudur: Evlenmede asıl hedef, Allah'ı ve Resûlü'nü hoşnut edecek bir neslin yetiştirilmesidir. Onun için milletine âşık, ailesine sımsıkı bağlı, çocuklarının terbiyesi üzerinde hassasiyetle duran kimseler, değişik çarpık düşüncelere rağmen, yoluna ve usulüne uygun şekilde çocuk sahibi olma konusunda kat'iyen tereddüt etmemelidirler. Zira böyle bir neslin çoğalması ümmet-i Muhammed'in yüzünü güldürecektir.


Fethullah Gülen, Zaman
16.01.2009

AŞK SORUNLARI ÇÖZER - RÖPORTAJ - AKTÜEL

AKTÜEL AŞK SORUNLARI ÇÖZER

Neden aşk üzerine böyle bir misyon üstlendiniz? Neydi gördüğünüz eksik ki böyle bir kitap hazırladınız?
Gerek aşkından dolayı gerekse yapmış olduğu evlilik sürecinde olağanüstü acı yaşayanları gördüm. Mesela askerdeyken bir arkadaşım vardı, sırf parasal sorunlardan üç-dört yıldır tanıştığı bir arkadaşı onu terketti. Aslında asker dönüşü nişan ve düğün yapacaklardı. Öyle evlilikler görüyorum, daha ilk aylarda aşık olmalarına rağmen biz artık götüremiyoruz, ayrılmak istiyoruz, diyebiliyorlar. Bunlar benim gözlemlediğim ya da yardımcı olduğum insanlar. Yine evlenmeyi hedeflemiş öyle aşıklar görüyorum, birbirlerinden veya ailelerinden kaynaklanan ciddi engelleri var. Evlenmek istedikleri halde önünde engel olanlarla diyalog kurarak, konuşarak, yardımcı olarak çözdük meseleleri.
Neden böyle bir sorumluluk üstlendiniz? Siz ilahiyat mezunusunuz, gazetecisiniz, sorumluluğu sırtınıza neden aldınız?
İçimde insanların sorunlarına karşı olağanüstü bir ilgi var. Benim için zevk ve keyiften öte, bir sorunu çözmek çok daha önemli.


İnsanların kendilerinde göremediklerini görme meziyetini nasıl elde ettiniz ?

Üniversitelerimizin ya da diğer okullarımızın çok fazla eğittiğine inanmıyorum. Onun dışında özel gayretler gerekiyor. Evlilik ve evlilikteki sorunlar üzerine çok kitap okudum. Konuyla ilgili ayet ve hadisler var çok ciddi biçimde meseleyi çözebilecek. Bu ayet ve hadisler asırlardır tekrar ediliyor, söyleniyor. Ancak ben onların özüne inemediğimizi düşünüyorum. Bu okumalar, bu gözlemler bana insanlar arası ilişkilerde arkadaşlararası, eşlerarası, aşıklararası ilişkilerde ihmal ettiğimiz çok şeyin olduğunu gösterdi. Biz anlamaya, kavramaya çalışmıyoruz. Olaya kendi açımızdan yaklaşıyoruz sürekli, çok bencil davranıyoruz. Oysa diyalogla, karşılıklı görüşmeyle, anlaşmayla boş bıraktığımız alanları doldurarak birçok şeyi başaracağımıza inanıyorum.

AŞKIN DA BİR BEDELİ VAR Cemil Tokpınar, Nesil Yayınevi’nden çıkan ‘Ömür Boyu Aşk’ adlı kitabıyla konuşuldu. Toplumsal sorunlara duyarlı insanların kendi dünyalarındaki fırtınaları görmezden gelmesine bir karşı duruş. 9 baskı yapan kitapta evlilikler, sorunlar, bireyin iç sıkıntıları, derdini açamama problemi üzerinde duruluyor. Bir mutluluk portresi için lazım gelenler sunulmuş okura. Aileye dönük bir bakış. Türkiye toplumsal hafızasında yaralar oluşan bir toplum haline gelirken, evdeki sorunları da artıyor. Ömür Boyu Aşk, bir anlamda özeleştiri kapılarının açılmasını sağlıyor. Kitabı okurken çok şeyin değişeceğini farkedeceksiniz.Aile sorunlarını mutlaka ciddiye alıp köklü ve ısrarlı çözümleri uygulamak gerektiğini belirten Cemil Tokpınar, ‘Mutluluğu hep uzakta arıyor insanlar. Oysa saadet ellerini uzatsalar ulaşabilecekleri kadar yakında’ şeklinde konuşuyor.

AŞKIN DA BİR BEDELİ VAR

Ömür Boyu Aşk, evlilere, evleneceklere seslendiği gibi, yaşadığı hayatla barışık olma adına girişilen bir çabanın ürünü. Sizi böyle bir kitap yazmaya iten sebep neydi?

Doğru bir tesbitte bulunuyorsunuz. Kitap sadece evlilere yönelik değil. Bir gazeteci, ‘hayat rehberi’ diye söz etmişti. Çünkü, her kesimden insanın yaşayabileceği sorunlara eğiliyorum. Beni, bunu yazmaya iten çok ciddi sebepler var. Bir aşk şairi olan Fuzuli, ünlü bir beytinde şöyle der: ‘Ne yanar kimse bana ateşi dilden özge/Ne açar kimse kapım badi sabadan gayri.’ İnsanların duyarsızlığından şikayet ediyor. Kalbimin ateşinden başka bana yanan, acıyan yok, kapımı da seher yelinden başka kimse açmıyor diye yakınıyor. Sekülarizm hepimizi vurdu. Her kişi ve kuruluş, once toplumu, ülkeyi, hatta dünyayı kurtarma peşinde. Karşıdaki şahsa, acaba bizim görüşe katkısı ne kadar olur, diye yaklaşılıyor. İyi ama, onun kişisel sorunları var. Aşabilirse kendine de, topluma da katkısı büyük olur. Ne var ki, sosyal hayat alabildiğine önemseniyor da, kişisel hayat es geçiliyor. Toplum önemseniyor, birey ihmal ediliyor. Toplumu kurtarma iddiasındaki birçok kişi, kendi dünyasında can çekişiyor. İnsanlar kendi dertleriyle baş başa kalıyor. Acılarını yalnız çekiyor. İçimdeki şefkat ve diğergamlık, onlara nasıl yardımcı olabileceğimi araştırmaya yöneltti beni. Allah’ın yardımıyla; ayrılmış bir çifti birleştirebilirsem, ağlayan bir yüzü güldürebilirsem, her gün kavga edilen bir evde mutluluk rüzgarları estirebilirsem mutlu olacağımı düşündüm. İnsanlara balık vermek yerine balık tutmayı öğretmeyi hedefledim.
Peki bu hedefe ulaşabildiniz mi?
Henüz yolun başındayız. Rabbime sonsuz şükür, öyle güzel yankılar aldım ki, ümidimin üzerinde bir gelişme oldu. Boşandıktan sonra tekrar evlenmenin hazırlığını yapan veya verdiğiboşanma dilekçesini geri alan çiftler var. Kitabımızı okuyan bir hakim, ‘Bana gelen boşanacak çiftlere, Önce bu kitabı okumalarını tavsiye edeceğim’ diyor. Bir psikiyatrist, kitabın depresyon tedavisinde çok önemli katkılarının olduğunu belirtiyor. Gerçekten de, depresyondan kurtulan, yaşadığı iflastan kolayca sıyrılan, intiharın eşiğinden dönenler var. Beni arayıp teşekkür ediyorlar kitabımızı okuyan, Moral FM’deki programımızı dinleyen o kadar çok insan var ki, önce ağlayarak telefon ediyor, bir süre sonra gülerek teşekkür ediyor. Çoğunun ismini bilmiyorum, yüzünü bile görmemişim.

Evlilik kurumunun sarsıldığını, ilişkilerin kopma noktasına geldiğini ve bunun çoğunlukla boşanmayla sonuçlandığını biliyoruz. Siz farklı bir çözüm önerisine giriyorsunuz. Aileleri bunalımlı dönemlere sokan sebepler neler?

En büyük sorun, eşler arası iletişimsizlik. Birbirini doğru anlayamama, algılayamama sorunu. Yanlış anlama, yanlış davranışları da beraberinde getiriyor. Karşılıklı olumsuz davranışlar, zincirleme sürüp gidiyor. Ayrıca şu problemlerden söz etmek mümkün: Huy ve mizaç uyumsuzluğu, aşırı yaş, kültür ve eğitim farkı, gereksiz kıskançlıklar, kompleksler, parasal beklentilerin yetersizliği, erkeğin veya kadının mesleğine yönelik itirazlar, cinsel problemler, eşlerin ailelerine yönelik eleştiriler, birbirinin sevgi ve ilgisini yetersiz görme, ailede edindikleri alışkanlıkların farklılığı, dini anlama ve yaşayış biçimindeki farklılıklar ya da ilgisizlikler, çocuk olmaması, iffetsizlik ve sadakatsizlik, alkol ve madde bağımlılığı. Bunlar en çok karşılaşılan sorunlar. Ama en başta, eşler arasında sağlıklı bir diyalog kurulsa, sevgi ve ilgi başarıyla sürdürülse hiçbiri olmaz veya aşılır.

‘Aşk, evlenince biter’ anlayışının yanlışlığına vurgu yapıyorsunuz. Bu yanlış anlayış nereden kaynaklanıyor?

Aşk ya da flört dönemi, insanların en fazla yalan söylediği, kendisini farklı tanıttığı ve karşısındakini yanlış tanıdığı bir dönemdir. Taraflar hem kendi kusurlarını alabildiğince gizlemeye çalışır, hem de sevdiğinin kusurlarını görmez. Muhatabını üzmemek için hoşlanmadığı şeylerden hoşlanmış gözükür. Sevdiğinin her eksik ve kusurunu te’vil eder, onlara iyi yorumlar getirir. Taraflar sanki yüzlerine birer maske takınmışlar, gerçek yüzlerini gizleyip, karşısındakinin hoşlanacağını sandığı bir kişilik sergilemişlerdir. Evlenince bu maskeler çıkar. Amaç sevdiğine kavuşmak olduğu için artık amaca ulaşılmış, zahmete katlanmaya gerek kalmamıştır. Taraflar gerçek kişiliklerini sergilemeye başlarlar. Sevenlerin odaklandığı nokta cismani güzellik ise, sonuç daha da vahimdir. Çünkü, aşkın yöneleceği asıl adres; cisim değil, kalp ve ruhtur. Asıl cazibe ve güzellik, duygusallıkta ve ruhsallıktadır. Sevgiyi nefis adına cisme yöneltenin, arzusunun aksiyle tokat yemesi normaldir. Bu yüzden asıl güzelliği keşfedemeyenlerin evlilikleri her geçen gün sıradanlaşır ve mutsuzlukla sonuçlanır. Gerçi böyle bir evliliği kurtarmak da imkansız değildir. Zaten bizim çabamız da buna yöneliktir.

Evlenince aşkın kökleşeceğini iddia ediyorsunuz?

Evet. Aşkı bitiren evlilik değil, bizim mutlu bir evliliği yürütmeyi bilmeyişimiz. Aşk kolay başarılabilecek bir olay değil. Biz hep bencilce yaklaşıyoruz. Oysa aşk aynı zamanda, özveridir, katlanmaktır, çile çekmektir. Aşk, şefkatle beslenen, sabırla ve azimle yürütülecek uzun bir maratondur. Bu koşuyu göze alamayan aşkı keşfedemez. Her nimet bir külfet ister. Hiçbir şey bedelsiz değildir. Aşkın ve sevginin de bir bedeli var. Ödeyeceksiniz, katlanacaksınız, gerekirse çekeceksiniz. Ama, hep bir gün yepyeni bir dünyayı keşfetme umuduyla koşacaksınız. Ufukta mutluluğu göremeyen, o umut ve gayretle sabredemeyen aşkı yakalayamaz. Bana göre, kazandıklarımız içinde aşkın bedeli en az ve ucuz olandır. Bir yabancı dil öğrenmek için gecesini gündüzüne katan insanlar, bunun onda biri kadar birbirini anlamaya ve sevmeye gayret etseler dünya cennete döner.

Peki gerçek nedir ki, evlenmeden once ölesiye birbirini sevenler, bir süre sonra kavgasız gün geçirmiyorlar?

Sevgi ve aşk, bütün insanların yaratılışına Allah tarafından yerleştirilmiş. Her insan, eşine karşı coşkun bir sevgi hisseder başlangıçta. Ama bir müddet sonra engeller ve sorunlar cenderesinde öyle bir bunalır ki, sevmeye mecali kalmaz. Aç, borçlu, hasta, bitkin, umutsuz, yaşama sevincini kaybetmiş bir kimse aşkı ve sevgiyi sürdürebilir mi? Sorunlar varsa, aile yuvası çatırdamaya başlar. Eşler bir yere kadar sabreder, daha sonra birbirlerini yanlış anlamaya ve olumsuz tavırlar sergilemeye başlar. Ben diyorum ki, sorunları el birliğiyle aşarsanız, aşkı yeniden keşfedersiniz. Bu yüzden aşkla doğrudan ilgili görülmeyen, ama bana göre aşkı çok yakından etkileyen sorunlara da çözüm önerileri sundum.
Kitabınız baskı üstüne baskı yapıyor. Bu kadar ilgi görmesini neye bağlıyorsunuz?
Öncelikle kitabın muhtevası çok önemli. Bütün kesimlerin şiddetle ihtiyaç duyduğu bir konuyu ele alıyor. En çözümsüz dertlere cesaretle ve kendinden emin bir şekilde orijinal çözüm önerileri sunuyor. Katı ve kuru kurallardan öte, yaşanmış ve gözlenmiş örnekler taşıyor. Üslubu durağan değil, çok akıcı ve coşkulu.

‘Ömür Boyu Aşk’ diyorsunuz. Peki, bu nasıl başarılır?

Yapacağımız iki şey var: Birisi, ailemizi etkileyen sorunları çözmek. İkincisi, sevgi ve mutluluğu besleyen kurallara uymak. Bunları, 41 başlıkta anlatıyorum. Bana gore özetlenmiş bir kitap. Birçok bölümünün iyice açılması lazım. Artık onu da, arkasından gelecek yeni çalışmalar da yapacağım.

BEDELİ ÖDENMEYEN AŞK OLMAZ Kitabınız olağanüstü bir ilgi gördü. 2 ayda sekiz baskı yaptı. Medyanın büyük ilgisini çekti. Kitap üzerine sürekli konferans ve imza programlarınız var. Kitapta genel olarak nelerden bahsediyorsunuz?

Kitabın ana konusu, aile içi sorunlara çözüm getirip sevgi ve mutluluğu doya doya yaşatmak. 6 bölüm ve 41 başlıkdan oluşuyor. Başta iletişim sorunu olmak üzere bir ailede yaşanabilecek bütün sorunlara eğiliyor.

Kitabın böylesine yankı uyandıracağını bekliyor muydunuz?

Her yazar kitabı için ideal başarılar hayal eder. Ben de kitabı yazarken birtakım umutlar taşıyordum. Bir kere içimden gelerek, coşkuyla yazıyordum. Yazarken hiç zorlanmıyordum. Kitabın ilk yazılarını gösterdiğim insanlar bunun ilgiyle okunacağını söylüyorlardı. Ben de büyük ümitler taşıyordum. Ama doğrusunu söylemek gerekirse, bu kadarını da beklemiyordum.

Peki bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz?

Bir kere, tüm başarıların asıl sahibi Allah’tır. Bunu Allah’ın bir ikramı olarak görüyorum. Biliyorum ki, O istemezse, her şeyi mükemmel yapsanız bile başarılı olamazsınız. Ancak Rabbimiz, bizim sebeplere başvurup üstümüze düşeni tam yapmamızı istemiştir. Bu anlamda düşünürsek, birkaç madde sıralamak mümkün. Öncelikle kitabın muhtevası çok önemli. Bütün kesimlerin şiddetle ihtiyaç duyduğu bir konuyu ele alıyor. En çözümsüz dertlere cesaretle ve kendinden emin bir şekilde orijinal çözüm önerileri sunuyor. Katı ve kuru kurallardan öte, yaşanmış ve gözlenmiş örnekler taşıyor. Üslubu durağan değil, çok akıcı ve coşkulu. Kitabın, mizanpajı, kapağı, düzenlenişi, ismi, reklam ve tanıtımı, çok uzun süren toplantılar sonucunda kararlaştırıldı. Kitap, bir kişinin gayretinden öte, Nesil Basım Yayın ve Moral FM ekibinin katkısıyla bu noktaya geldi.

Kitabınıza “Ömür Boyu Aşk” dediniz. Bu kavramın çekici veya itici bir etkisi oluyor mu?
Genelde bu isim çekici ve sevimli bulunuyor. Çünkü aşk ve sevgi, herkesin cazip bulduğu, ama çoğu kimsenin hayal kırıklığına uğradığı bir olgu. İsmini okuyanlar, “Ömür boyu aşk olur mu? Benim bildiğim aşk iki üç ay olur, bilemedin bir sene” diyebiliyorlar. Aslında insanların ruhu ömür boyu aşkı arıyor. Bu iddialı isim, ümit veriyor. Bu arada ismini anmaktan sıkılanlar bile var. Oysa aşka, olduğu gibi yaklaşmak gerekir. Birileri onu istismar edip kirletmişse, bize düşen kaçmak değil, doğrusunu ortaya koymaktır. Aşk ve sevgi, her şeyi birbirine bağlayan önemli bir duygudur; Rabbimizin, “yaratıklarını seven ve onlar tarafından sevilmeye layık olan” anlamındaki Vedüd isminin bir tecellisidir. Aşkı inkar etmek, Mevlana’yı , Yunus ,Emre’yi, Molla Cami’yi, Fuzuli’yi anlamamak demektir.

Kitabınızda nasıl bir aşkı anlatıyorsunuz?

Bizim uğraştığımız, platonik veya aşırı romantik bir aşk değil. Aşk diye sunulan, flört ve gayri meşru ilişkiler hiç değil. Zaten evlilik öncesi duygusal ilişkileri hiç tavsiye etmiyoruz. Çünkü, uhrevi sorumluluğuyla birlikte, birçok acıyı, gözyaşını, mutsuzluğu, hayal kırıklığını beraberinde getiriyor. Biz, özünde meşruiyet olan, evlilikle perçinlenen, yıllar geçse bile pörsümeyip kökleşen bir aşktan söz ediyoruz. Böyle bir aşkın nasıl yaşanacağını işliyoruz. Önce Allah’ı sevmeyi, sonra Onun izin verdiklerini, Onun istediği biçimde sevmeyi hedefliyoruz.

Ancak kitapta aşktan farklı şeyler de var. Hastalığın, geçim sıkıntısının aşkla ilgisi ne?
Sevgi ve aşk, bütün insanların yaratılışına Allah tarafından yerleştirilmiş. Her insan, eşine karşı coşkun bir sevgi hisseder başlangıçta. Ama bir müddet sonra engeller ve sorunlar cenderesinde öyle bir bunalır ki, sevmeye mecali kalmaz. Aç, borçlu, hasta, bitkin, umutsuz, yaşama sevincini kaybetmiş bir kimse aşkı ve sevgiyi sürdürebilir mi? Sorunlar varsa, aile yuvası çatırdamaya başlar. Eşler bir yere kadar sabreder, daha sonra birbirlerini yanlış anlamaya ve olumsuz tavırlar sergilemeye başlar. Ben diyorum ki, sorunları el birliğiyle aşarsanız, aşkı yeniden keşfedersiniz. Bu yüzden aşkla doğrudan ilgili görülmeyen, ama bana göre aşkı çok yakından etkileyen sorunlara da çözüm önerileri sundum.

Ama aşk daha çok evlenmeyenler arasında geçerli değil mi? Hani evlenince aşk biter diye bir söz vardır.

İşte ben buna isyan ediyorum. Aşkı bitiren evlilik değil, bizim beceriksizliğimiz. Aşk kolay başarılabilecek bir olay değil. Biz hep bencilce yaklaşıyoruz. Oysa aşk aynı zamanda, özveridir, katlanmaktır, çile çekmektir. Aşk, şefkatle beslenen, sabırla ve azimle yürütülecek uzun bir maratondur. Bu koşuyu göze alamayan aşkı keşfedemez. Her nimet bir külfet ister. Hiçbir şey bedelsiz değildir. Aşkın ve sevginin de bir bedeli var. Ödeyeceksiniz, katlanacaksınız, gerekirse, çekeceksiniz. Ama, hep bir gün yepyeni bir dünyayı keşfetme umuduyla koşacaksınız. Ufukta mutluluğu göremeyen, o umut ve gayretle sabredemeyen aşkı yakalayamaz. Bana göre, kazandıklarımız içinde aşkın bedeli en az ve ucuz olandır. Bir yabancı dil öğrenmek için gecesini gündüzüne katan, kursa giden, kucak dolusu para harcayan insanlar, bunun onda biri kadar birbirini anlamaya ve sevmeye gayret etseler dünya cennete döner.

Niçin böyle bir kitap yazdınız. Başkalarının derdiyle ilgilenmek bu kadar önemli mi sizce?

Bu sorunun asıl cevabını sonra vereceğim. Ama, şu kadarını söyleyebilirim: Bir aşk şairi olan Fuzuli’nin ünlü bir beyti var. “Ne yanar kimse bana ateşi dilden özge/Ne açar kimse kapım bad-i sabadan gayri.” der. Dikkat edin, bunu söyleyen Leyla ve Mecnun’un, Peygamber aşkını anlatan Su Kasidesi’nin şairidir. İnsanların duyarsızlığından şikayet ediyor. Kalbimin ateşinden başka bana yanan , acıyan yok, kapımı da seher yelinden başka kimse açmıyor diye yakınıyor. Ne acı ki, bugün toplumumuz kan ağlıyor. Dışarıdan güldüğünü, sevinçli olduğunu, mutlu bir hayat sürdüğünü sandığınız eşiniz, dostunuz, arkadaşınız, akrabanız; nice dertlerin pençesinde acı çekiyor. İçten içe feryadını kimse duymuyor, belki kimseye derdini açamıyor. İçimdeki şefkat ve diğergamlık, onlara nasıl yardımcı olabileceğimi araştırmaya yöneltti beni. Allah’ın yardımıyla; ayrılmış bir çifti birleştirebilirsem, ağlayan bir yüzü güldürebilirsem, her gün kavga edilen bir evde mutluluk rüzgarları estirebilirsem mutlu olacağımı düşündüm. İnsanlara balık vermek yerine balık tutmayı öğretmeyi hedefledim. Gerçekten de, depresyondan kurtulan, yaşadığı iflastan kolayca sıyrılan, intiharın eşiğinden dönenler var. Beni arayıp teşekkür ediyorlar. Kitabımızı okuyan, Moral FM’deki programımızı dinleyen o kadar çok insan var ki, önce ağlayarak telefon ediyor, sonra gülerek teşekkür ediyor. Çoğunun ismini bilmiyorum, yüzünü bile görmemişim.

Aslında size soracak çok sorumuz var. Bunların bir kısmını zaten Cumartesi günleri Moral FM’de yayınlanan Ömür Boyu Aşk isimli programınızda cevaplıyorsunuz. Son olarak bundan sonra sırada ne gibi hedefleriniz var diye sorsak…

İlgilendiğimiz alan, bütün dünyada çok büyük önem taşıyan bir alan. Kanal-7’ye canlı yayına gittiğimde Prof. Dr. Hakan Yavuz’la karşılaştım. Kitabımı imzalayıp hediye ettim. “Bir ilahiyatçının aşk ve evlilikle ilgilenmesi ve bu denli ilgi görmesi sosyolojik bir olay” dedi. Kitabı okuyup Amerika’da bir makale yayınlayabileceğini söyledi. Doçent bir dostum, kitabı ABD’de yayınlamanın mümkün olduğunu anlattı. Gerçekten de, sorun bütün dünyanın sorunu. İngiltere, ailenin korunması için önümüzdeki yıl bir milyar sterlin (yaklaşık bir katrilyon lira) ayırıyor. Niçin? Çünkü, Avrupa’nın nüfusu giderek daha da yaşlanıyor. Bunun anlamı açık: Bir gün gelecek, insansızlaşacak. Çözüm, aile kurumunu güçlendirmekten başka bir şey değil. Zaman içinde gerçekleşecek projelerimiz var. Tam teşekküllü bir “aile danışmanlık merkezi” düşünüyorum. Burada psikiyatristler, danışmanlar olacak. Ailenin tüm fertlerine yönelik çözümler, seminerler olacak, Web sitesi, bültenler, eğitici filmler, konferanslar olabilir. Hedefim, olayı birkaç kişinin değil, herkesin ilgilendiği bir alan haline getirmek, Çünkü, sorun çok büyük ve ancak kurumsallaşarak başedebiliriz. Bunun için ülke çapında örgütlenmek gerekiyor. Aile sorunu, bire bir takibi gerektiriyor. Kişiye özel çözümler olmalı. Tıpkı bir hastanın izlenmesi gibi.

HÜRRİYET İSLAMİ KESİMİN AŞK GURUSU ‘Ömür Boyu Aşk’ çok iddialı bir söz değil mi?

Aşkı bildiğimizi zannediyoruz ancak çoğumuz bilmiyoruz. Türkülerimizi şarkılarımızı aşkla beziyoruz ama aşkı bilmiyoruz.

Aşkı yaşamımızda nasıl bir yere oturtalım? Nasıl tarif edelim?
Büyük bir çoğunluk aşka bencil yaklaşıyor. Oysa aşk bencilliği kaldırmıyor. İnsan aşka hem kendi gözüyle hem de karşısındaki kişinin penceresinden bakabilmeli.

‘Ömür boyu aşk’ hangi temeller üzerine oturuyor?

Sevgiliye kavuşunca biten değil, kökleşen aşkı idealize ediyorum. Evlenince biten aşkı kabullenmiyorum. Ömür boyu aşk, sevgiliye kavuşmak ve birlikteliği sürdürmek için her türlü engeli aşma azmiyle beslenen, sabır ve ümitle sürdürülmesi gereken çok uzun bir maratondur.

Kesintili ve parçalı ilişkiler aşk değil mi?

Taraflar işin başında nasıl olsa bir gün ben bu ilişkiyi bitiririm düşüncesiyle birbirlerine yaklaşıyorsa bunun adı aşk olmaz. İlişki aşka dönüşmez. Usandırır ve ayrılık kaçınılmaz olur.

ERKEKLER DAHA DUYARSIZ

Biten aşklarda suçlu kim?


Bence suçlu aramayalım. Bana şikayetler en çok kadınlardan geliyor. Çoğu gözyaşları içinde sıkıntılarını dile getirmeye çalışıyor. Ama suçu sadece erkeğe ya da kadına yüklemiyorum.

Biten aşklarda, çekilen sıkıntılarda taraflar eşit mi?

Erkekler bu konuda biraz daha duyarsız. Aslında onlar da birçok şeyin acısını çekiyorlar. Konuşmak istemiyorlar. Erkekler gururlarından dolayı sorunlarını açmıyor. Gururunu, ailesine ve huzuruna tercih eden erkeklerin sayısı her geçen gün artıyor.

‘Ömür boyu aşk’ın vazgeçilmezleri neler?

Ömür boyu aşk için kültürel bir birikim olacak kesinlikle, insan psikolojisinden anlayacak. Sabırlı olacak. Her şeyden önce kendini tanıyacak.

Bunlar sizde eksik olduğu için mi ‘Ömür boyu aşk’ sloganıyla yola çıktınız? Aşkın kitabını yazmaya hangi duygular zorladı sizi?

Yazdığım her şey, yaşadığım ya da çok iyi gözlemlediğime inandığım olaylar. Aileme bir laboratuvar gözüyle baktım. İnandığım prensipleri uyguladım. Böyle yapmasaydım evliliğim yüz kere bitmiş olurdu.

BATILI KAYNAKLAR

Yani bu kitap tecrübe sonucunda mı kaleme alındı?

Çevreme ve aileme karşı sorumluluklarımı yerine getirirken çektiğim sıkıntılar ve yaşadığım mutluluklar bana büyük tecrübe verdi. Yirmi yıldır başkalarının sorunlarıyla ilgileniyorum. İnsanların giderek yalnızlaştığını ve acılarını kendi başlarına çektiklerini görüyorum. Her kesimden. Birçok şen şakrak insan büyük acı ve sıkıntıların pençesinde kıvranıyor.

Kitaptaki tavsiyeler sadece İslami kesime mi yönelik?

Mesajlar sadece İslami kesimle ilgili değil. Bu sıkıntıları bütün insanlar çekiyor. Kitabı yazarken Batılı kaynaklardan çok yararlandım. İnsan psikolojisi, kadın-erkek ilişkisi ve aile kurumu üzerine kafa yoran birçok Batılı’nın eserlerini dikkatle okudum. İslam’ın temel iki referansı olan Kur'an ve hadislerden de yararlandım.
Kapınızı çalan aşk mağdurları en çok nelerden şikayet ediyorlar?
Aşktan mustarip olanlar ciddi bir iletişimsizlik içindeler. İletişimsizlik en büyük problem bana göre. Her kesimde var.

Daha çok evli ve dindar insanlara tavsiyelerde bulunuyorsunuz. Muhafazakar aile yapısı çatırdıyor mu?

Özellikle bir ayırım yapmıyorum. Daha önce, ‘Bu tür problemler dindar insanlarda ve ailelerde pek yaşanmaz’ şeklinde genel bir kanaat vardı. Hadiseleri biraz irdeleyince bunun böyle olmadığını gördük. Dini bir yaşantı içinde olan binlerce insanın gerek bireysel gerekse aile yaşamlarında çok büyük sıkıntılar çektiğini gördüm.

PEK YAKINDA İNTERNETTE

Mahremiyet ve ayıp kavramları hala muhafazakar ailelerde yaşanan sorunları örtüyor mu?
Geçmişte böyleydi. Hala sorunlarını konuşmaktan kaçınanlar var ama ben bunların sayısının giderek azaldığını görüyorum. Çünkü dindarı, dinsizi, herkes mutlu bir yaşam sürmek istiyor.

Okurlarınızla hangi yollarla iletişim kuruyorsunuz?

İnterneti kullanıyorum. Yakında “Ömür Boyu Aşk”ı anlatacağımız bir web sayfası açmayı düşünüyorum. Hazırlıkları sürüyor. Kitap piyasaya çıktıktan sonra binlerce e-mail aldım.
Sorunlarıyla bire bir ilgilendikleriniz oluyor mu?
Elimden geldiği kadar. İnsanların önüne sadece teorik birtakım gerçekleri koyamazsınız. O insana somut bir çıkış yolu gösterebilmek lazım. İmkanlar ölçüsünde bunu yapıyorum.
SAVAŞ ÇAĞRISI
Moral FM’de Cumartesi günleri yaptığınız programda canlı yayında insanlar nelerden şikayet ediyorlar size?
Vefasızlıkları, biten aşklarını, evlilikte karşılaştıkları açmazları anlatıp çözüm istiyorlar. Radyoda dinleyicilere seslenirken, “Bu sorunlara savaş açıyorum. Sorunlarınızla savaşmaya var mısınız?” diye bir çağrı yaptım. Çığ gibi destek geldi. Şimdi insanların mutluluğu için gösterilen çabaların kurumsal bir çatı altında yapılmasını hedefliyorum.

NİKAH ŞEKERİ YERİNE KİTAP
Tokpınar’ın büyük ilgi gören kitabı “Ömür Boyu Aşk” Türkiye’de fazla görmeye alışık olmadığımız bir uygulamaya da neden oldu.Geçtiğimiz hafta İzmir’de dünyaevine giren genç bir çift, nikah törenine gelen davetlilere şeker yerine bu kitabı dağıttılar. Evlilik öncesi bazı sorunlar yaşadıklarını söyleyen genç çift bunların çözümünde Tokpınar’ın kitabından yararlandıklarını söylüyor. Gelin Hatice Tanrıverdi, “Saadetimi bu kitaptaki gerçeklere borçluyum. Eşimle ben çok istifade ettik. Kitaptan 500 tane aldık. İmkanımız olsa herkese hediye etmek isterdik” diyor.


‘ÖMÜR BOYU AŞK’IN SIRLARI
Hatayı önce kendinizde arayın
Seviyeli tartışın
İşinize yoğunlaşırken eşinizi ihmal etmeyin
Eşinizin dokturu sizsiniz
Sevginizi bütün haşmetiyle hissettirin
Cinsel sorunları önemseyin.
Derdinizi açmaktan çekinmeyin

Psikiyatrik tedaviden korkmayın
Yetenekli olduğunuza inanın.
Sorunlara ağlamayın. Savaşın!
Cemil Tokpınar “Ömür Boyu Aşk”ta islami kesimde kadın erkek ilişkilerine hakim olan erkek egemen mantığı sorguluyor. Yer yer Kur'an ve hadislere atıflar da yaparak muhafazakar aileleri, herşeyi yeniden ele almaya davet ediyor.
Kaynak: www.omurboyuask.com

Cemil Tokpınar Kimdir?

Yüzbinler Satan Ömür Boyu aşk Kitabının Yazarı Cemil Tokpınar Kimdir?

Her insan gibi,inişli çıkışlı, kederli sevinçli hayat yolunda ben de sevgi ve mutluluk hazinesinin peşindeyim. Sevginin gücünü keşfedemeyen, mutluluğu yaşayamayan bir insanın varlığıyla yokluğu arasında çok az bir fark olduğunu düşünüyorum.
Varlığı anlamlı kılan hayattır; hayatı zenginleştiren ve coşkuyla değerlendirme azmi verense, mutluluktur.
Yaşım 40’a yaklaşıyor. Çocukluk yıllarımı saymazsam, çeyrek asrı, düşünerek, okuyarak, gözlem yaparak geçirdim.
Hayatım boyunca sayısız zorluklar, acılar, hayal kırıklıkları, vefasızlıklar yaşadım. Öyle günlerim oldu ki, çaresizlik girdabında boğulma tehlikesi geçirdim. Gecelerim kadar kararan gündüzlerim oldu. Susuzluktan çatlayan gönül toprağımda yağmursuz mevsimler yaşadım. Neredeyse kararan ufuklarımın hiçbir zaman aydınlanmayacağı hissini veren zulümlerle karşılaştım.
Herkesin gözünün önünde, dertli, çaresiz, acılı ve yapayalnızdım.
Bir ben miydim, dert ve ıztırabın mengenesinde feryat eden, gözyaşı döken?
Hayır! Yalnız değildim. Gördüm ki, herkesin kendine yeter bir derdi vardı. Hangi yaştan ve hangi kesimden olursa olsun, bütün insanlar bir şekilde acı çekiyor ve ağlıyordu.
Kimse hallerini sormuyor, kimse gözyaşlarını silmiyor, derdini bilmiyordu.
Bir kara sevdanın gözü yaşlı yolcusu bir genç, yüreğindeki acıları dindirecek bir yol arıyordu. Ama, umutsuzdu.
Bin bir umutla kurduğu yuvasının sarsıldığını gören bir erkek veya kadın, ağlayarak uyuyor ve acıyla uyanıyordu. İşsizliğin, borcun, iflâsın cenderesinde nefes almakta zorlanan bir insan, sorumluluklarını yerine getirememenin vicdan azabıyla yanıyordu.
Psikolojik sorunlarla veya hastalıklarla boğuşan nice insan, yaşama mücadelesi veriyordu.
Ya bir de yaşama cesaretini gösteremeyip ölüme yenik düşenler? Savaşmayı bırakıp, ölüme teslim olanlar? Her şeyden fazla önemsemeleri gereken biricik varlıklarını, kendi elleriyle yok edenler?
Bütün bunlara isyan etmeli ve mutlaka bir şeyler yapmalıydım. Herkes toplumu, devleti, insanlığı kurtarma kavgasındaydı. Ama “birey” can çekişiyordu. Madem ki, mutlu toplum, mutlu bireylerden oluşacaktı; öyleyse önce bireyi mutlu etmeliydik.
İşe kendimden başlamalıydım. Kendini kurtaramayanın başkasına faydası olmazdı çünkü. Öncelikle kendi acılarımı dindirmek için sistemli, ısrarlı ve yorucu bir savaş verdim. Allah’ın yardımıyla büyük mesafeler aldım. Hamdolsun, sabırlı ve kararlı mücadelem, zafer ve başarıyla sonuçlanmıştı.
Peki, feryatlarını hiç kimseye duyuramayan milyonların hıçkırıklarını dindiremez miydim? Karanlıktan şikâyet etmek yerine kalkıp bir mum yakamaz mıydım?
Sorunun bir parçası olmamam için çözümün bir parçası olmalıydım.
Hemen harekete geçtim. Önce “Ömür Boyu Aşk” isimli kitabı yazdım. Ömür boyu sürecek bir şarkıyı bestelemeye giriştim. Sevgimizin, aşkımızın, mutluluğumuzun önündeki sorunları, tuzakları, engelleri aşmanın yollarını işledim. Çeyrek asırdır yaşadıklarımdan, gözlemlerimden geriye kalan tecrübelerin bir kısmını gözyaşlarımla yazdım.
“Ömür Boyu Aşk”, beklediğimden çok fazla işe yaradı, çok fazla ilgi gördü. Onu okuyan acılı insanların sevinçlerine, sarsılan evliliklerin mutluluğuna, sorunlu sevdaların başarılarına şahit oldum.
Acaba, kaç kitap 3 ayda 21 baskı yapmıştır ülkemizde? Bu sonuç, bir kabullenmenin, bir derde derman olmanın, bir beklentilere alınan cevabın göstergesidir.
Yeni evliler, nikâhlarında ve düğünlerinde “Ömür Boyu Aşk”ı hediye ediyorlarsa, herhangi bir okuyucu hiçbir karşılık beklemeden çevresine bu kitaptan dağıtıyorsa, biz doğru yoldayız demektir.
Artık neredeyse kitap imzasına gitmediğim bir haftam yok. İmza programlarında görüştüğüm binlerce okuyucumun mutlu, coşkulu ve umutlu tavrı, beni hem sevindiriyor, hem sorumluluğumu artırıyor.
“Ömür Boyu Aşk”la bir ideal ve slogan hâline getirdigimiz, “ömür boyu sürecek aşk, coşku ve mutluluk”, daha başka araçlarla insanlara ulaşmalıydı.
Kitapla birlikte İstanbul’dan 105 frekansından üç kıtaya yayın yapan Moral FM’de “Yuvamız” isimli bir program sunmaya başladım. Konumuz yine, ailemiz, sevgimiz ve mutluluğumuzdu. Her Pazar 16.05’de yayınlanan programımız, nice gence, nice nişanlıya, nice evliye umut ve çözüm oldu.
Şimdi web sitemizle yeni bir aşama kaydediyoruz. Sırada seminerler ve daha nice projeler var.
Ama hepsinin hedefi aynı: Aşkı ve mutluluğu ömür boyu sürecek insanların sayısını arttırmak.

Gençlik Ve Aşk

Genç olarak dünya ve ahiretle ilgili birçok arzularınız, hedefleriniz vardır. Bunları gerçekleştirme yolunda hızla çabalarken türlü türlü engellerle karşılaşırsınız.
Gençlik döneminde yoğunlaşan problemler içerisinde “cinsel duygular”la ilgili imtihan kadar zor, tehlikeli, büyük ve hayatı etkileyen bir mesele yoktur. Aslında bu imtihan hayatın büyük bir safhasını içine alır. Ancak 15-30 yaş arası kadar yoğun bir biçimde hiçbir zaman yaşanmaz.
Özellikle bu zamanda cinselliğin, hemen her aşağı arzular için istismar edilmesi, karşı konulması zor bir baskı altında bırakır gençleri. Ne yazık ki, toplumsal hayatımızın her safhası, gençlerimizin bu imtihandan başarısız çıkmaları için dizayn edilmiş gibidir.
Hayatımızın her evresinde mahremiyet kaldırılmış. Daha ilkokul çağlarında iken başlayan karma eğitim, üniversitenin sonuna kadar devam ediyor. Çarşı pazar, seyahat, eğlence, toplantı gibi insanların yoğunlukta olduğu her yerde gençler imtihan unsurlarıyla birlikte bulunuyorlar. Yetmiyor, gazete, dergi, sinema, TV gibi yazılı ve görüntülü medya organlarının şimdiye kadar görülmemiş bir taarruzu ve tahriki var.
Böyle bir ortamda bu imtihanı yok farzetmek veya kolaylıkla aşılabileceğini ummak safdillik olur. Gençlerin bu imtihanın ne derece hayatî öneme sahip olduğunu görüp çok yönlü bir donanımla mücadeleye girişmeleri gerekirken, bu çağı geride bırakan büyüklerin de gençlerin bunu başarmaları için ciddi bir yardımda bulunmaları vazgeçilmez bir zarurettir.
Kitaplarımda gençlerin sorunlarına yoğun bir şekilde eğildiğim için sayısız mektup alıyorum. Özellikle “Ömür Boyu Aşk” isimli kitabımızın yayınlanmasından sonra okuyucuyla daha sıkı diyaloglarımız oldu. Yaşadıkları sorunları anlatan ve çözüm isteyen gençlerin mektuplarını gözyaşları içinde okuyorum. Bu mektuplar, gençliğin cinsellik imtihanına eğilmekle ne kadar isabet ettiğimizi gösteriyor. Maalesef, ülkeyi ve dünyayı kurtarmaktan, “ferd”i ihmal edebiliyoruz. Afakî çabalar, enfüsî çalışmaları aksatıyor. Dışla meşguliyet, içeride tedavisi zor yaralar açabiliyor. Oysa gençlik içten içe yanıyor, sorunlar girdabında çırpınıyor.
Özellikle cinsellik konusunda, hep genel geçer kurallardan söz edip, detaya ve örneklere girmiyoruz. Sanki ayıpmış ve üslûp kaldırmıyor gibi düşünüyoruz. Oysa örnekleme ve detaylandırma olmayınca, maksat hasıl olmuyor.
Sizlere ibretli bir mektup sunacağım. Neredeyse yoruma hiç gerek yok; gerçekler tüm açıklığıyla ortada. Evet, “Dilruba” rumuzuyla yazan kardeşimizin mektubunu aktarıyorum:
“Çok değerli Cemil Ağabey! Son zamanlarda evlilik, cinsellik ve gençlik üzerine kaliteli çalışmalar yapıyorsunuz. Ben de bir genç olarak yarama parmak bastığınız için bu yazıyı yazmak ihtiyacı duydum.
“Ben erkeklerle hiçbir zaman muhatap olmadım. Lisede hocalarımla bile konuşurken başımı öne eğer, edep ve saygıyla onlarla konuşurdum. Hayatımda erkek olarak sadece babam ve ağabeyim vardı. Üniversiteye geldiğimde dindar, müsbet ve İslâmî bir bölümde okuyan bir beyle tanıştım. Ciddi olarak görüşüyorduk. Bu görüşmeler sırasında ben, kendi hayamla oturmaya, kalkmaya ve konuşmaya dikkat ederdim. Bildiğim dinî ve imanî hakikatları açıklamaya çalışırdım. Sonuçta muhatabım, sadece iman hakikatlarından haberdardı, ama içli dışlı değildi. Evliliğimizi, ileride nasıl bir hayat kuracağımızı, dünya ve ahiret saadetini, kısacası her şeyi meşru daire içinde konuşmuştuk. Bu görüşmeler sıklaşınca işin içine ister istemez nefis ve şeytan karışmıştı. Ben ise ona, bazı tutum ve davranışlarının yanlış olduğunu, yapmaması gerektiğini, meşru olmayan lezzetlerin haram olduğunu, branşı gereği bunları asıl kendisinin anlatması gerektiğini ifade etmeye çalıştımsa da, nafile... Sonunda bir nefis taşıdığım için ben de bu havaya kapılmıştım. İş ciddiye dönüşünce ailesinden sorun çıktı. Böylece bütün söylemler suya düştü. Yaptığım hatalar, günahlar, haram lezzetler bana kaldı.
“Olayın üzerinden uzun bir zaman geçmesine rağmen ben sürekli vicdan azabı duyuyorum, her zaman, her namazda tevbe ediyorum. Ağlamadığım gün ve gece yoktur. Ben kendimi affedemediğim halde Rabbim beni nasıl affedecek, onu düşünüyorum; düşündükçe kahroluyorum. Üzüldüğüm şey, dinî ve imanî hakikatlardan haberdar olan birisi olmama rağmen nasıl oluyor da, bu tür şeyleri yapmışım? Benim gibi olan yüzlerce kız var. Size anlatamayacağım hüzün ve pişmanlıklar içerisindeyim. Bunu Cenab-ı Haktan başka kimse bilemez herhalde.
“Benim suçum, ciddi olarak evliliği düşünmemdi. Benim suçum dindar, dinî hakikatlardan haberdar bir insana güvenmekti. Suçum, Doğu kökenli olup, ailesinin beni kabul etmemesiydi. Suçum, dünya ve ahiret saadetini sağlamayı düşünmem, lüks ve şatafatlı bir hayatı istemememdi. Suç üstüne suç sayabilirsiniz...
“Bu olaydan sonra dindar bile olsa erkeklerden nefret etmeye başladım. İçimde onlara karşı kin ve düşmanlık vardı. Evliliğe kapalı kalmıştım.
“Ben artık şefkat tokatlarını yemiştim, aklım başıma gelmişti. Bu mektubu gençlere örnek olsun diye yazıyorum. Hiç kimse, ‘Benim konuştuğum, görüştüğüm kişi temizdir, dürüsttür, dindardır, güvenilirdir, muhafazakârdır’ deyip, kendini kaptırmasın. Çünkü olaylar başka mecralara kayıyor. İnsan geçmişine dönüp baktığında ahlar, hüzünler, senelerce unutulmayacak izler, gözyaşları ve günahların kara lekesi belleğinde kalacaktır.
“Bu musibet bana ne kadar aciz, zayıf ve çaresiz olduğumu, dünyanın gayri meşru lezzetlerinin bir yedirip bin tokat vurdurduğunu, bir an bile nefis ve şeytanla baş başa kalmanın ne büyük yaralar açtığını öğretti. Belâ ve musibetlere karşı sürekli istiğfar etmek gerektiğini, tevbe kapısının açık olduğunu, her şeyde bir hayır ve hikmet bulunduğunu, esma-i hüsnadan birinin de Tevvab olduğunu, hata işleyip nefis muhasebesi yapmakla Hz Yunus’un (a.s.), sabrederek Hz. Eyyub’un (a.s.) meyvelerine ulaştığımı gösterdi.
“Bunları hiç kimseye anlatmış değilim. Siz gençlik sorunlarıyla ilgilendiğiniz için, gençlerin ibret alması niyetiyle yazıyorum.”
Evet, acı bir tecrübe yaşamış bir kardeşimizin bu içler acısı feryadına, umarım genç kardeşlerimiz kulak verir.
Bu mektup gösteriyor ki, kız erkek arkadaşlığında, tarafları mutsuz edecek sayısız sorun ve tuzak var. Meşru ölçülerin dışına taşıldığında telâfisi zor, belki imkânsız kayıplar söz konusu olabiliyor.
Okuyucum, “Bu görüşmeler sıklaşınca işin içine ister istemez nefis ve şeytan karışmıştı. Ben ise ona, bazı tutum ve davranışlarının haram olduğunu ifade etmeye çalıştımsa da, nafile... Sonunda bir nefis taşıdığım için ben de bu havaya kapılmıştım” diyor mektubunda. Acaba bugüne değin, “İki namahrem baş başa kaldıklarında üçüncüleri şeytandır” hadisini duymamış mıydı? Peygamberimizin (a.s.m.) bu uyarısı, insanların kendi fıtratlarını iyi tanımalarıyla yakından ilgili. İnsan bu şekilde yaratılmış. Onun fıtratı dün nasılsa bugün de öyle ve yarın da aynı olacak.
İş ciddiye dönüşünce ailesinden sorun çıkması, neredeyse bütün erkek kız ilişkilerinde ortaya çıkan bir sorun. Gençlerin kendi kendilerine gelin güvey olmaları, olumlu bir sonuç doğurmuyor. İlişkilerin duygularla değil, akılla yönlendirilmesi, hikmet ve muhakemenin şekillendirdiği bir stratejinin olması şart. Aşk, sadece maddeden ve duygudan ibaret görülürse, önündeki engellerle savaşmak güçleşir. Kişi sevmesini bildiği kadar, sağlıklı ve kalıcı bir mutluluğun önündeki engellerle savaşmasını ve sonuç almasını da bilmelidir.
Eğer bunlar dikkate alınmazsa, “Yaptığım hatalar, günahlar, haram lezzetler bana kaldı” diyen genç gibi, ah vah edilir, ama mutsuz sonuç değişmez.
Bu gencin, şu uyarısı da, pahalıya mal olan önemli bir tecrübe: “Hiç kimse, ‘Benim konuştuğum, görüştüğüm kişi temizdir, dürüsttür, dindardır, güvenilirdir, muhafazakârdır’ deyip, kendini kaptırmasın. Çünkü olaylar başka mecralara kayıyor.”
Bir kişi temiz, dürüst ve dindar olunca, dinî emir ve yasakların muhatabı olmaktan çıkıyor mu? Hiç kimse Peygamberimiz (a.s.m.) ve ashabı kadar temiz, dürüst ve dindar olamaz. Oysa Rabbimizin cinsellik, iffet ve edeb konusundaki emir ve yasaklarının ilk muhatabı onlar değil miydi? Allah’ın Resulüne yasak olan bir davranış, kime serbest olabilir ki?
Ağır tahrik ve baskı altında bulunan gençlerin meşruiyet dışına çıkarak kendilerini tatmin etmeleri mümkün değil. Ancak evlenmeden bu ağır imtihanı göğüsleyebilmeleri de zor.
Tabiî evlilik gibi önemli bir sünneti gerçekleştirmek istediğinizde bir dizi imtihanla karşılaşacağınızı da hesaba katacaksınız. Bu imtihanlara hazır olmak, başarıyla çıkmak için de gereken bilgi ve beceriyi edinmek şarttır.
İşte bu asırda daha bir ağırlaşan cinsellik imtihanından, evlilik kalesine sığınarak geçmek isteyen bir gencin feryadı:
“Şu garibi İzmir semalarından hatırlamazsanız gücenmem. Epey bir süredir doktora için bulunduğum İngiltere’de, aynen Türkiye’de olduğu gibi Cemil Ağabeyimin yazılarını takip ediyorum. Ama bir süredir Cemil Ağabeyim öyle kitaplar yazıyor ki, mektubuma—hoşgörüsüne sığınarak—baba Cemil Ağabeyciğim diye başlamadan edemedim.
“Özellikle artık Müslüman ailelerin bile kendilerini alamadığı ahir zaman fitnesi aileleri yakıp yıkıyor. Ben de şu gurbet ellerde evlenmenin farziyyetine inanarak, 2.5 sene önce böyle bir işe giriştim. Dinî nikâhımı yapmama rağmen, aslında çok dindar olan hatun kişinin okulunu bitirmesi konusunda ailelerin inadını aşamadım. Ya onları silip geçecektim ya da şimdi olduğu gibi gurbet elde ıztırab çekecektim.
“Maalesef ikinci şık oldu. Bir ilâhiyatçı olarak hiçbir fetva vermem, ama evlenmeye karar vermiş insanların üç aydan sonra bekletilmesinin haram olduğunu tüm dünyaya ispatlarım. Evlenmek dinimizde çok kolay olmasına rağmen, taarruzatın arttığı, zinanın her türlüsünün alenen işlenebildiği şu ahir zamanda en zor şey evlenmek olmuş. Evlenen insanların üzerinde de fitneler (maddî doyumsuzluklar, dedikodular, ihtiraslar, hayalî özlem ve beklentiler vs.) akbaba gibi dolaşmaya devam ediyor.
“Şimdi nişanlım okulunu bitirdi. Fakat ailesi başını açıp veya peruk takıp öğretmenlik yapmasını istiyor. İnsanlar artık hanımın çalışmasını hizmetin ötesinde gelir kapısı olarak görür olmuş, öncelikler unutulmuş. Daha da acısı, rızkı verenin Allah olduğu yüreklerde yer etmemiş. Sanki yüzlerce madde olmazsa ailede huzur olmaz kaidesi sokulmuş, dünyevî hayatın şamatasından, tantanasından Müslümanların da kafaları bulanmış.
“Bizim ailelerimizin maddî durumunun müsait olmaması üzerine karşılıklı dedikodular, fitneler devam ediyor. Artık iş Müslümanlıktan çıkmış, düğün âdetlerini aşamadığımız için benim de her cephede mücadele vermem gerekiyor. Bunun da özellikle gurbetten ne kadar zor ve yıpratıcı olduğunu tahmin edebilirsiniz.
“Özellikle evliliğin düzenli olarak başlamasının arası açıldıkça—bir yazınızda belirttiğiniz—dedikodular evlilik hayatı başlamadan önce daha acımasız oluyor. Hele benim gibi yıllarca beklemek zorunda kalınırsa, evlenecek insanlar yerine taraflar kendi pazarlıklarına göre gençleri yönlendirmeye çalışıyorlar. Böyle evlilikler nasıl sağlıklı sürebilir ki... Daha başta alınan bu yaralarla, alınganlık, ihmal ve ıslah edilmesi için çaba harcanmadığı için daha büyük problemlere zemin hazırlıyor.
“Hele bir de aileler, ‘Canım biz evlâdımız için yapıyoruz’ deyip evlâtlarının hiç istemediği tavır ve hareketlere girince gençler aileleri ve eşleri arasında sıkışıp kalıyor. Bu konuları işlemeye devam etmenizi takdirle karşılıyorum. Hele ‘Cinsel sorunları önemseyin’ türünden babacan bir yazının şimdiye kadar çıktığını hatırlamıyorum. Onu genişleterek devam etmelisiniz. Genç veya yaşlı tüm insanların karşılaştığı aşk şokları, cinsel taarruz altında bunalanlar, evlilik plânları yaparken ailelerin, toplumun, maddiyatın kıskacında inleyenler, evlendikten sonra da dedikodu ve fitnelere kurban olan insanların dertlerine, İslâmî öncelikleri hatırlatarak, sabır, metanet ve en önemlisi HİKMET tavsiye ederek yaklaşan yazılara devam etmenizi gönülden destekliyorum. Konuşmasını unutmuş ya da artık kuş diliyle konuşan toplumun bir şekilde konuşacak, dertleşecek insanlara ihtiyacı var. Bu konuları aklı başında dostlarla insanların konuşmasına, dedikodu değil çare üretmek üzere kafa yormalarına ihtiyaç var. İletişim konusunda dumura uğramış insanlar, çok kolayca üstesinden gelinebilecek sorunlarla hayat boyu ıztırap çekiyorlar. Herhalde bu da insanın kendi kendine zulmü olsa gerek. Umarım bu mektup elinize ulaşır, arzu ederseniz yazılarınızda kullanabilirsiniz. Allah kaleminize güç versin. Selâm ve muhabbetle. Duadan unutmayın.”
Bu ibretli mektupta olduğu gibi, hayırlı bir işe girişen gençlerin önünde bir sürü engeller var. Kimi aşabiliyor, kimi güçlükle aşıyor, ama ciddi yaralar alıyor; kimi de engellerin altında eziliyor. Yarım kalan sevdalar, sözden, nişandan öteye gidemeyen girişimler var. Kurulmadan yıkılan yuvaların hesabını kim verecek?
İbretlerinize sunduğum iki mektup gösteriyor ki, gençler cinsellik imtihanından başarıyla geçebilmek için çok ciddi bir strateji uygulamalıdır. Bu strateji, gençliğin ilk yıllarından başlayarak mutlu bir evliliğe kadar sürdürülmelidir. Elbette bundan sonra da yeni bir sorumluluk başlamaktadır.
Gençlerin cinsellik imtihanından başarıyla çıkabilmeli için izleyecekleri yöntem, özetle şu şekilde olmalıdır:
1. İmtihanın şiddetini azaltmak için tahrik edici alanlardan uzak durmak.
2. Cinselliği teşvik eden yayınlarla muhatap olmamak.
3. Bedenî isteği azaltmak için dengeli beslenmek, spor yapmak ve sürekli meşguliyet içinde bulunmak.
4. Manevî takviyeye büyük önem vermek.
5. Kısa, orta ve uzun vadede maddî ve manevî idealler taşımak.
6. Özendirici hayal, bakış, konuşma gibi eylemlerden uzak durmak.
7. Sevgi ve aşk duygusunu meşru sevgililere yöneltmek.
8. Mecazî aşk tuzağına düşmemek için kararlı olmak.
9. Tüm tedbirlere rağmen mecazî bir aşka tutulmuşsak, bunu en kısa zamanda dinî ve resmî nikâhla perçinlemek. O zamana kadar da, haramdan ve olumsuz hareketten uzak durmak.
10. Evliliği kesinlikle geciktirmemek. Tanışma, söz, nişan gibi safhaları çok kısa tutmak.
11. Evliliğin önündeki maddî ve manevî engelleri aşmanın usullerini öğrenmek ve uygulamak.
12. Evliliğin başarılı yürümesi için bilgi edinmek ve sorunlara karşı hazırlıklı olmak.
Saydığımız bu maddelerin bir kısmını gençlerin doğrudan kendileri uygulayacak. Bir kısmında ise anne baba ve yakın çevrenin büyük yardımı gerekecek.
Benim temel perspektifim şudur: Siz hiç kimsenin yardım etmeyeceğini farzederek çalışın. İşinizi kış tutun yaz çıkarsa ne âlâ. Her türlü meseleniz için öncelikle sorumlu tutmanız gereken bizzat kendinizsiniz. Siz isterseniz, nice meselenin altından başarıyla kalkarsınız.
Elbette çevrenizden yardım isteyeceksiniz. Hem de hiç komplekse kapılmadan yardım bekleyeceksiniz. Çünkü büyükler gençlere yardım etmeye mecburdur.
Ancak yardım istemek de bir maharet ister. Hem yardıma lâyık olmak, olumlu bir görüntü vermek de şarttır.

MECAZÎ AŞK TUZAĞI

Başlarına çok ciddi bir imtihan açılan gençler, mecazî aşk tuzağına düşmemek için kararlı olmalıdırlar. Mecazî aşk, hakiki olmayan aşktır. Gerçek aşk, başta Allah’a, daha sonra Onun sevmemize izin verdiği kişi ve değerlere, Onun izin verdiği ölçüde duyulan coşkun sevgidir.
Onun izni dışında gerçekleşen, çoğunlukla karşı cinse yönelen ve birçok dinî sınırın çiğnendiği aşka, “mecazî aşk” diyoruz. Başlangıçta çok cazip ve lezzetli görünen bu tuzak, sizi öylesine içinden çıkılmaz sorunlarla karşılaştırır ki, içine düştüğünüze bin pişman olursunuz. Eğer üzerinden fazla zaman geçmiş ve geri dönülmesi zor bir şekilde güçlü duygularla bağlanmışsanız, ne yapacağınızı şaşırırsınız.
Hani çocuk babasına, “Bahçede hırsız var” diye bağırmış. Babası da:
“Al getir oğlum” demiş.
“Gelmiyor.”
“Bırak gitsin öyleyse.”
Çocuk çaresiz bir şekilde:
“Gitmiyor” demiş.
İşte Allah’ın rızası olmayan bir yolda böylesine çıkmazlar vardır. Bıraksanız bir türlüdür, sürdürseniz bir türlü. “Nereden başıma belâ ettim” diye çırpınır durursunuz.
Özellikle evlenme yaşından çok önce başlayan karşı cinsler arası duygusal ilişkiler, tam bir fecaattir. Ne getirip ne götüreceği daha baştan bellidir. 15 yaşlarında bir delikanlı vardı. Birisine tutulmuş. Bir çay ısmarladım. Gençlik Rehberi’ndeki hakikatları anlatarak, mecazî aşkın zararlı olduğunu söyledim. “Önünde daha uzun yıllar var. Bunu sürdüremezsin. Bir yerde tıkanır. Üstelik sadece ahiret açısından değil, dünyada da mutlu olamazsın” dedim. Elbette burnu kaf dağındaydı. Aşkın gözü kördü ve o her şeyi görmek istediği gibi görüyor, hak veriyor gibi yapıp bildiğini okuyordu.
Aradan birkaç hafta geçti. “Hocam bir daha tövbeler olsun” diyerek yanıma geldi. “Hayrola, ne oldu?” dedim. “Benim o mesele vardı ya. Geçenlerde bir grup gençle kavga ettim. Kızın teyzesinin oğlu beni dövdü. Bana ne yahu, canımdan değerli mi?” diyerek olayı anlattı. “Sana anlattım, ama dinletemedim. Umarım aklın başına gelmiştir” dedim.
Evet, mecazî aşkın sadece küçük bir zararı bu. Baştan sona sorundur, acıdır, derttir.
Bilindiği gibi, aşk, "şiddetli sevgi" demektir.
Aşk, bir şeyi aşırı derece sevmek, ona tutulmak, onsuz yapamamak, hep onu düşünmek, onunla gülmek, onunla ağlamak, ancak onunla sevinip üzülmek, onsuz mutlu olamamak, sevdiğini her şeyin merkezine koymaktır.
Seven bir genç için her şeyden önce "sevgili" vardır. En değerli, en önemli, en vazgeçilmez odur. Her şeyi "o"nun uğruna feda eder, "o"nun için her şeye katlanabilir. Sevdiğinin bir bakışı, bir teveccühü, bir iltifatı onu belki günlerce mutlu edebileceği gibi, bir ilgisizliği, hayal kırıklığına uğratan bir davranışı da onu günlerce mahzun eder.
Oysa mecazî aşk, gençlerimizi birçok konuda aldatmaktadır.
Meselâ, seven genç, her şeyin sevgilisinden ibâret olduğunu düşünür. Sevdiği her şeyin merkezindedir. Hayat, sevgi, mutluluk, huzur onun etrafında dönmekte, diğer varlıklar sanki ona hizmet etmektedir. Sanki ondan ayrılsa dünya duracak, hayat bitecek, kıyâmet kopacaktır.
Oysa gerçek, hiç de öyle değildir. Hayatta ondan başka, hattâ ondan değerli çok güzellik, mutluluk, huzur vardır. O olmayınca hayat bitmez. Dünya dönmeye devam eder, yağmur yine yağar, kuşlar yine öter.
İşte duygularını îman ve İslâmla doyuran bir genç, her şeyden önce bu gerçeği görür. Her şeyin hakkını verir. "Sevgili"nin "her şey" olmadığı gibi, "hiçbir şey" de olmadığını bilir. Onun meşrû dâirede olmak kaydıyla kıymeti nisbetinde bir değeri olduğuna inanır.
Bu gerçekleri bilmeyen veya bildiği halde uygulamayan bir genç ise, karşı cinsten birisine âşık olur. Henüz çok gençtir. Evlenecek yaşa gelmesine 5-10 sene vardır. Henüz okulu bitmemiş, işyeri kurmamıştır. Sevdiğini doğru dürüst tanımamıştır bile. Sadece bir hevesle yola çıkmıştır.
Artık her geçen gün ayrı bir dert, ayrı bir sorundur. Sevdiğiyle arasında çıkan problemler yetmezmiş gibi, bir de ailelerin durumu vardır. Böyle bir ilişki evlilik aşamasına geldiğinde ailelerin ikisi veya birisi “Olmaz” diye dayatmaktadır. Sonuçta ya ilişki bitmekte veya sorunlar zinciri acı ve ıztırapla uzayıp gitmektedir.
Bunun için kesinlikle mecazî aşk tuzağına düşmemek için kararlı olmak gerekir. Böylece, aceleciliğin verdiği yanlışlıklardan, tecrübesizlikten kaynaklanan hatalardan kurtulursunuz. Nasıl olsa, meşru bir evlilik yapma imkânınız olacak ve sağduyuyla doğru kararı vereceksiniz. Rıza dairesinin dışına çıkıp uhrevî sorumluluklarının yanında dünyanızı da berbat etmeye değer mi?

İLÂHÎ MOTİVASYON

Şurası kesin ki, “mecazî aşk” tuzağına düşmemek için büyük bir azim ve kararlılık göstermeniz öncelikle size huzur getirir. Çünkü, hem dünyada, hem ahirette mutlu olmanın yolu, her konuda olduğu gibi, bu hususta da Rabbimizin emirlerine uymaktan geçiyor.
Ancak mecazî aşk tuzağına düşmemek çok zordur. Yoğun bir gayret, tam bir kararlılık ister. Çünkü, çok cazip ve lezzetli görünür. Âdeta “zehirli bal” gibidir. Aslında aklınız, yaptığınız işin ne büyük bir hata olduğunu bilir, ancak nefis ve duygularınız sizi aldatır.
Nitekim birkaç yıl önce bana mektup yazarak yardım isteyen genç bir okuyucum şöyle diyordu:
“Üniversite öncesi, sanırım açık olmamın da etkisiyle sürekli şekilde bir erkek arkadaşımın olmasını istiyordum. İstediğim halde birçok teklifi geri çevirdim. Şu ana kadar da, hiç kimseyle böyle bir arkadaşlık ilişkisinde bulunmadım. Fakat şimdi hâlâ arkadaş özlemi içerisindeyim.
“Aşk denilen şarabın içilmesinin yasak, tadının acı ve haram olduğunu bile bile bu iz peşindeyim. Gerçi üniversitede de birçok arkadaşlık teklifi aldım. Kabul etmedim, nefsimle mücadele ettim ve ediyorum da. Bu yolda bir korku içindeyim, gönlüme söz geçiremiyorum, ille de şarabın tadına bakacağım dercesine beni teşvik ediyor. Ama ben mücadele ediyorum. Bu mücadelede de, çok ama çok yalnızım.”
Allah’a lâyık bir kul olmak isteyen gençlerimizin hepsi de böyle bir ikilem yaşar. Neyi tercih edeceğini şaşırır.
Bunun için iyi bir motivasyon gerekir.
Bu motivasyonu sağlamanın, tam bir azim ve kararlılık içinde bulunmanın bir usulü, Rabbimizin ve Peygamberimizin (a.s.m.) gençlere yönelik bu konudaki hitaplarına kulak vermektir.
Bir kere şu hususa kesin inanmalısınız: Yüce Rabbimiz, gayri meşru şehvetini Allah yolunda terkeden gençleri çok beğeniyor, onlarla meleklerine karşı övünüyor.
Abdullah ibni Ömer’den rivâyet edilen bir hadîs-i kudsîde Rabbimiz meâlen şöyle buyurur:
“Kaza ve hükmüme inanan, Kitâbın (Kur’an’ın) hüküm ve tavsiyelerine boyun eğen, verdiğim rızıkla kanaat eden, şehevânî arzularını Benim rızâm için terkeden genç bir mü’min, katımda bir kısım meleklerimin derecesindedir.” (Deylemî)
Yine İhyâ-i Ulûmi’d-Din’de yer alan bir hadîsin anlamı şu şekildedir:
“Gerçekten Allah, meleklerine karşı ibâdet eden bir gençle iftihar ederek buyuruyor: Ey şehvetini Benim için bırakan genç! Ey gençliğini Bana bağışlayan genç! Sen benim nezdimde meleklerimin bazısı gibisin.” (cilt:2, s.432)
Rabbimizin, kendisiyle övündüğü bir genç olmayı kim istemez? Meleklerin, o hayal bile edemediğimiz yüce makamları derecesine çıkmayı hangi genç arzu etmez?
İşte bunun yolu: Gayri meşru şehveti Allah rızası için bırakmak. Bir nevi gençliğini, Allah’a bağışlamak.
Zaten gençliği bize veren O değil mi? Siz gençliğinizi Allah’a bağışlarsanız, size emanet olarak verilen gençliği sahibinin rızası dairesinde kullanırsanız, hiçbir kaybınız olmadığı gibi, bir de Cennette ebedî bir gençlik kazanıyorsunuz. Bunun için tam bir azim ve kararlılıkla, günahlara girmemek hususunda sabırlı olmanız gerekir.
Bizi bu konuda şevklendirecek, sabır ve tahammülle karşı koymaya yöneltecek bir başka değerli hadis şu şekildedir:
“Yedi kimseyi Allah-ü Teâlâ kendi gölgesinden başka gölgenin olmadığı (kıyâmet) gününde kendi gölgesinde gölgelendirecektir: Adâletli devlet reisi, Rabbine ibâdet yolunda serpilip büyüyen genç, gönlü mescidlere bağlı kimse, Allah yolunda birbirini sevip buluşan ve bu yolda ayrılan iki kimseden her biri, makam sahibi güzel bir kadın onu istediğinde, ‘Ben Allah’tan korkarım’ diyerek (o günahı işlemeyen adam), sağ elinin verdiği sadakayı sol eli bilmeyecek kadar (gösterişsiz) gizli sadaka veren adam, tenhada Allah’ı zikredip de gözü dolup taşan kişidir.” (Buhârî, Muhâbirîn: 4)
Bu büyük müjdeye ulaşmak için bütün gençlerin, “Rabbine ibâdet yolunda serpilip büyüyen genç” olmaya çalışması ve her taraftan hücum eden cazibedar fitnelere karşı, “Ben Allah’tan korkarım” demesi gerekir.

GÜNAHSIZ MECAZÎ AŞK İMKÂNSIZ

Geçenlerde genç bir okuyucum aradı. “Benim bir aşk ilişkim vardı. Yedi yıldır devam ediyordu. Ancak dün bitti” dedi. Karşı tarafın ailesi razı olmamış. Üzüldüm. Bunca zaman geçmiş, bari usulüne uygun bir nikâhla yuva kursalardı. Bu süre içinde yasaklanan davranışlardan kaçındıklarını ifade ederek, “el ele bile tutuşmadıklarını” söyledi.
Kendisiyle pek az konuşabildim. Ama anlattığı şu kısa hikâye bile mecazî aşkın nasıl bir engeller ve problemler yumağı olduğunu ortaya koyuyor. Mecazî aşkın en mühim risklerinden üçü, “uzun sürmesi”, “aile muhalefeti” ve “günahlara girme” problemi bu olayda da göze çarpıyor. Biz şimdilik bu problemleri tek kelimeyle geçiyoruz; ancak bunların her biri çeşitli yönleriyle ele alınacak çok geniş konular.
Bunlardan sadece “günaha girme” konusuna kısaca temas etmek istiyorum. Biliyorsunuz, aralarında nikâh bağı bulunmayan erkek ve kadının “baş başa kapalı bir mekânda kalmaları” dahil el ele tutuşmaları bile dinimizin haram kıldığı fiillerden.
Ancak bizim mecazî aşkı kesinlikle reddetmemizin sebebi, sadece “günahlara girme” riski değil. Yasaklanan fiiller hiç yapılmasa bile—ki bunu başarmak imkânsız—böyle bir ilişki kabul edilemez. Çünkü, baştan sona sorunlar yumağıdır.
Kaldı ki, böyle bir harama girilip de günahlardan yüzde yüz kaçınmak kesinlikle başarılamaz. Ancak ve ancak elden geldiğince zararları en aza indirilmeye çalışılır. Elbette bu da bir seviyedir. Her türlü yasağı çiğneyip, iffet ve namusunu mahvetmeye karşılık “el tutmayı” bile yapmamak bir yönüyle takdire şayandır. Ama ben, mecazî aşkın düşünce plânında bile olmasını, cihanı kuşatacak idealler taşıması gereken gençlerin zerrede boğulmasını kabul edemiyorum. Zaten dinen de mecazî aşka izin yok.
Askerlik yaparken ilginç bir olayla karşılaşmıştım. İki genç çok samimî bir sohbete dalmışlardı. Ara sıra etraftan duyan var mı diye bakıyorlar, sanki bir sır konuşuyormuş gibi dalıp gidiyorlardı. Çok yakınımda oldukları için konuştukları duyuluyordu aslında. Birisi diğerine sevdiği kızın ilgi yetersizliğinden yakınıyordu. Eskiden kendisini çok arayıp sorarken şimdilerde duyarsızlaştığını anlatıyordu. Tipik bir “karşılık görmeme elemi”ydi anlattıkları.
“Hayrola gençler” dedim. “Varsa bir durum, yapalım açık oturum.”
“Hocam sorma” dedi, âşık olan. “İçim içimi yiyor.”
“Derdini söyle, şarkımı dinle kardeşim” dedim. “Derdini söylemeyen dermanını bulamaz. Bana anlat, çözelim. Bilmiyor musun, ben aşk uzmanıyım.”
Diğeri hemen atıldı:
“Evet, vallahi hocam bu konuda uzmandır, anlat, sana yardımcı olsun.”
Doğrusu, benim o zaman uzmanlığım falan yoktu. Ancak insanlar arası ilişkilerdeki tecrübelerinizi, psikolojik yoğunluğu olan duygusal ilişkilere uyarlarsanız, çevrenizdeki gençlerin yaşadıklarını iyi gözlemleyip dinî kaynaklardaki “sevgi ve aşk” üzerine yapılan değerlendirmeleri de eklerseniz değme uzmanlara taş çıkartırsınız. Tabiî bunu ne kadar başarabilirdim, bilmiyorum. Ama faydalı olacağım muhakkaktı. Âşık delikanlı bana biraz uzunca bir hikâye anlattı.
İzne gittiği dönemde hediye alıp sevdiğini ziyaret ettiğini söyledi. Sevdiği yüksek okulda okuyormuş ve arkadaşlarıyla evde kalıyormuş. İlk gün otelde kalmış. Ertesi gün arkadaşları gelerek mutlaka kendilerinde kalması gerektiğini söylemişler. Delikanlı, “Gerçi ayrı bir odada kaldım. Ama aramızda nikâh yok, bir bakıma yabancıyım. Neden beni misafir ettiler?” diye soruyordu. Tabiî, “Ya bir başkasını da misafir ederlerse?..” sorusu içini kemiriyordu.
Kulaklarıma inanamadım. Nispeten sosyetik bir anlayışla yetişmiş gençti. Ancak onun fıtratı da, hâlâ ulvî güzellikleri arıyordu. Ben olayı anlatış biçiminden neredeyse bir günahtan bahsedeceğini sandığım bir sırada, o ruhunun aradığı mahremiyetin özlemini çekiyordu.
Anlatmak istediğim şu: Her gencin mecazî aşktaki yasaklardan kaçış derecesi, kendince yeterlidir ve hepsi de bir nevi dindardır. Ama objektif kriterlere vurulduğunda herkesin dindarlık seviyesi ortaya çıkar. Kaldı ki, sorun bundan ibaret de değil. Duygusal ilişkisini düşünmekten dolayı, aslî görevlerini tam yerine getiremiyorlar. Akıl, kalp ve ruh sükûnetini, duygu dengesini kaybediyorlar. Zamanları oflayıp puflamakla geçiyor.
Nitekim mecazî aşkları terennüm eden şarkı sözlerini hatırlayın. Hepsi de “acı, çile, dert, ayrılık, ıztırap, azap, gözyaşı, kader, hicran, kıskançlık, şikâyet” temalarıyla dolu. Sanki dünyanın en dertli insanları bunlar. Alâkası yok. Ama acı ve mutsuzluk; olaylara getirdiğimiz olumsuz yorum ya da olaylardan menfi etkilenme ise, gerçekten de dünyanın en dertli ve mutsuz insanları onlar.
İyi de, güzel güzel okuluna devam etmek, mesleğini geliştirmek, vakti zamanı gelince ihtiyacını meşru yoldan gidermek varken kim dedi size bu acıların altına girin diye? Uygun imkânlar ve yerinde zamanlamayla mükemmel bir evlilik yapmak mümkünken, zehirli bir balın etkisiyle yıllarca karın sancısı çekmeye benzeyen mecazî bir aşk yüzünden sürekli gözyaşı dökmeye ne gerek var?
Evet, böyle demek de yeterli değil. Zamanımızın en büyük fitnesi olan “cinsellik” bir şekilde etkisi altına alabiliyor gençleri. Kimileri ucundan kıyısından bulaşıyor, kimileri kenarında dolaşırken kendisini içinde buluyor.
Şimdi soru şu: Her şeye rağmen mecazî aşk bataklığına saplanmış gençlere uzatılacak bir can simidi yok mu? “Tamam hata ettik, kabul. Ama şimdi ne yapalım?” diyen gençlere çözüm önerilerimiz neler?

ÂŞIK GENÇLER NE YAPMALI?

Diyelim ki genç bir kardeşimiz hayatını İslâmiyete göre düzenledi. Allah'ın emirlerine uyuyor, yasaklarından kaçıyor, namazını hiç aksatmıyor. Yukarıda sözünü ettiğimiz yoğun problem bunun da başında. Elinden geldiğince tuzağa düşmemeye çalışıyor. Ne var ki, bir anlık gafleti veya iyi niyeti sonucu, karşı cinsten birisine gönlünü verebiliyor.
Bu durumda olan gençler yaptıkları işin günah olduğunu da biliyor. Birçok genç beni arayıp, “Kapalı bir mekânda yalnız bulunmuyorum. Elini bile tutmuyorum. Acaba günaha girmemek için daha ne yapabilirim?” diye soruyorlar.
Evet, şimdi en önemli soru şu:
Bu durumda olan bir genç ne yapacaktır?
Burada en vazgeçilmez kural şudur:
Allah'ın ve Resulünün (a.s.m.) yasakladığı bir fiili, hiçbir düşünce meşrû kılamaz.
Bu bakımdan en kestirme yol, böyle bir sevdadan vazgeçmenizdir. Özellikle dinî bir hayat yaşamak için tam ve esaslı bir karar vermişseniz, en iyisi haram olan hallerden tamamen kaçınmaktır. Onu hatırlatacak vesile ve mekânlardan uzaklaşmak, seyahat ve benzeri bir şeyle kendinizi meşgul etmektir.
Eğer bu mümkün olmuyorsa, şu şartları uygulamalısınız:
1- Niyetiniz mutlaka hâlis olmalıdır. Hedefte nikâhla hayatınızı birleştirmek düşüncesi bulunmalıdır. Yoksa başka niyetler taşımak vebalinizi daha da arttırır.
2- Nikâha kadar hiçbir şekilde—kapalı bir mekânda yalnız kalmak dâhil—dinimizin hiçbir yasağı çiğnenmemelidir.
3- Sevilen taraf, kız olsun erkek olsun, kesinlikle Peygamberimizin (a.s.m.) tavsiye ettiği gibi, yani dindar olmalıdır. Yoksa "Zamanla dini öğrenir ve yaşar" gibi düşünceler nefsin aldatmacasından başka bir şey değildir. Aşk döneminde taraflar birbirlerini yanlış tanır ve kendisini de yanlış tanıtır. Aşkın gözü kusur ve hata görmez. Görse de iyiye yorar. Ama evlenince işin rengi değişebilir. Bunu baştan bilmek ve kararı ona göre vermek gerekir.
4- Tarafların evlenme çağı gelmiş, hiç değilse yaklaşmış olmalıdır. Yoksa evlenmeye uzun zaman kala girişilen böyle bir hareket, sayısız günahla veya ayrılıkla sonuçlanacaktır. Söz gelişi, henüz okulu bitmemiş, iş kurmamış, önünde bir dizi engel olan gençlerin bu işi selâmetle götürmesi neredeyse imkânsızdır. Üstelik kendi geleceklerini de tehlikeye atmış olurlar.
5- Gençler hayalci değil, gerçekçi olmalıdır. Atalarımız, "Güzellik ekmeğe sürülmez" diyerek, yaşamak için ev, eşya, para gibi ihtiyaçların önemine dikkat çekmişlerdir. Bu bakımdan iyi bir meslek edinmek, yuva kurunca ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir seviyede olmak îcab eder.
6- İlişkinizden, saygı duyduğunuz, büyük bir insanı haberdar ederek, onun tavsiyelerini almanız gerekir. Özellikle aileleri, saygı değer kimselerin haberdar ve ikna etmesi gerekir. Her şey usulüne uygun olmalıdır. Öyle zaman olur ki, gelenekleri takmayanlar, geleneklerin insafsız paletleri altında ezilirler.
7- Son olarak böyle bir yakınlaşmayı kısa zamanda nikâhla meşrû hâle getirmek lâzımdır. Bundan kastımız, evlenmeye yıllar varken dinî nikâh kıyıp her şeyin meşrû olduğunu sanarak serbest hareket etmek değildir. Evlenmeye uzun bir zaman varken kıyılan böyle bir nikâhın mahzurları da olabilmektedir. Nikâh kıydırıp serbest hareket eden gençler, maalesef bağlayıcı bir durum olmayınca ayrılabilmektedirler ki, bu hiçbir şekilde tasvip edilemez. Nikâhtan kasdımız, resmî olarak evlenmektir.
Bu saydıklarımızı okuyunca, "Demek ki bunlara uyarak böyle bir teşebbüs yapabiliriz" diye düşünmek yanlıştır. Bu şartlar, "içine düşülen problemden gençlerimizi mümkün olduğunca az günahla çıkarmak, olayın bundan sonraki bölümüne meşrûiyet kazandırmaya çalışmak" içindir.
Neticede hayatınızı evlilikle birleştirdikten sonra da bol bol istiğfar etmelisiniz ki, Rabbimizin affına mazhar olasınız.

Kaynak: http://www.omurboyuask.com/

Arama Motoru