3 Mayıs 2009 Pazar

ÖMÜR BOYU AŞK

GİRİŞ:

Aşkınızı hiçbir dert engellemesin:
Sonu evliliğe giden bir yoldasınız ya da nişanlı veya evlisiniz. Belki hiçbir şey renkli hayalleriniz gibi olmadı. Başlangıçta el ele tutuşup yürüdüğünüz pamuk döşeli yollarda çakıllar ve dikenler olduğunu fark ettiniz. Ayaklarınız kanıyor, yüreğiniz yanıyor, kim bilir.
Sanki bir rüyadan uyanmış gibi sersem mi hissediyorsunuz kendinizi? “Gök yüzünün başka rengi de varmış/ Geç fark ettim taşın sert olduğunu” mu diyorsunuz?
Elinizdeki mendili niçin gizliyorsunuz? Gözleriniz neden kızarmış ve nemli? Siz, ağlıyorsunuz.
Oysa hepimiz dertsiz ve sıkıntısız geliriz dünyaya. Eğer bir problemimiz varsa bile habersizizdir en azından. Ağlayan ve üzülen hep anne babamızdır. Bize yeyip içmek, gülmek oynamak kalır çocukluğumuz boyunca.
Aylar yıllar geçtikçe dünyanın çehresi değişir. Çocukluğun ilk yıllarında çocukca ve ufak ufak sıkıntılar yaşamaya başlarsınız. Büyüdükçe dertler de büyür.
Bin bir ümitle bir okula girersiniz. Eğitim dev bir sorun olur çıkar karşınıza. Toz pembe hayallerle bir yuva kurarsınız. Kim bilir, çoğu kez gök kubbe başınıza yıkılır, kederden feryat edersiniz. Mutlu bir gelecek için bir işe girişirsiniz. Refah dolu günler bir serap olur, “hiç” peşinde koşarsınız yıllarca. Takat getirilmez borçlar ve ekonomik çıkmazlar altında inim inim inlersiniz.
Çocuksunuzdur. Anne ve babanızın sizi anlamadığından yakınırsınız. Anne babasınızdır. Yeteri kadar saygı ve anlayış görmediğinize yanarsınız. Gençsinizdir. Sosyal ve psikolojik problemler çepeçevre kuşatmıştır bütün benliğinizi. Belki bir sevdaya tutulmuşsunuzdur. Geceniz ve gündüzünüz zindandır.
Bir ev geçindiriyorsunuzdur. Geliriniz sabittir, ama gideriniz sürekli artar. Neyi nereden kısacağınızı bilemezsiniz. Bazen şairin dediği gibi, "Derdim öyle büyük ki.../Hayat öyle bir yük ki..." deyip, yaşamaktan ziyade ölmeyi arzularsınız. Haklısınız, ölmek kolaydır; zor olan yaşamaktır ve siz bu zoru başarmak zorundasınız.
Genç kızsınızdır, genç erkeksinizdir, belki de yeni evlisinizdir. Her geçen gün toz pembe hayallerinizin uçtuğunu, etrafa simsiyah bir sis bulutunun çöktüğünü görürsünüz.
Kimileri derdini anlatır size. Bir an kendinizle mukayese eder, "Senin derdin dert midir, benim derdin yanında?" dersiniz.
Doğrudur. Ateş düştüğü yeri yakar. Hiç kimsenin derdi küçümsenmeye gelmez. Her ne kadar "Beterin beteri varsa ve herkesin hâline şükretmesi gerekirse" de, herkes kendi derdine odaklanmıştır. Zaten insanlar hangi şeye bakıyorsa, diğerlerine kördür bir bakıma.
Kimi zaman kendiniz, belki eşiniz, çocuğunuz, anneniz veya babanız amansız bir hastalıkla pençeleşmektedir. Kâh paranız olur, çare bulunmaz; kâh çaresi vardır, imkânınız olmaz.
Bazen de hepsi birden gelir dertlerin. Hastalık, geçim sıkıntısı, iş problemi, iç dünyamızdaki fırtınalar bir anda sökün eder. Belki de böyle günler için, "Dert dert üstüne gelmezse ben o derde dert demem" demiş atalarımız.
Öyle aylar yıllar yaşarsınız ki, siz dertlerin üstüne çıkıp hedefinize doğru koşmanız gerekirken, dertler sizi esir alır. Gülmeyi unutursunuz. "Nasılsınız?" diyen dostlarınıza, tebessüm ederek "İyiyim" dersiniz. Oysa iyi değilsiniz, kan ağlıyorsunuz. Evet, Yaratana şikâyetiniz yok, ama mutsuzsunuz.
Bir yerlerde bir şeyler eksiktir çünkü. Tipkı bazı şeylerin fazla olduğu gibi.
Davetsiz dertlerin hiç gitmeyen misafirleriniz olması yetmiyormuş gibi, bir de ulaşmayı istediğiniz idealleriniz, ümitleriniz, hayattan beklentileriniz vardır. Derdin verdiği acı ve ıztıraptan ideallerinizi düşünemez hâle gelirsiniz.
Hani mutlu bir gelecek istiyordunuz. Hani mesut bir yuva kuracaktınız. Hani iyi bir eğitim görmeyi plânlamıştınız. Hani çok kazanacaktınız, ev, araba alacaktınız. Hani neler neler yapmayı arzu ediyordunuz.
Hayır! Onlar size çok uzakta artık. "Her türlü zevkten vazgeçtim, acılarım dinsin yeter" demeye başlarsınız.
Acınızı yalnız çekersiniz. Can dostu sandığınız, derdinizi lütfen dinler. Zaten çoğu kimseye derdinizi açamazsınız bile. Açtıklarınız da fazla oralı olmaz. Çünkü, pek az kimse kötü gün dostudur. İnsanlar genelde güçlünün ve mutlunun yanındadır.
Bunlar; bir isyan, bir şikâyet ve bir ümitsizlik tablosu değildir. Bir tesbit ve çare arayışıdır. Ve maksadımız, tabiî ki bir dizi çözüm önerileri sunmaktır.
Farklı kimselerden çok farklı dertler işittim. Başı arşa değme kabiliyetinde olan dağ gibi yeteneklerin yollarını bir kaya parçasının kapattığını gördüm. Deryayı yutacak insanların bir dereyi aşmakta zorlandığına şahit oldum. Sorunlar anaforunda bocalayan nice gencin ağladığını duydum. Övünerek andığımız aile yapımızın geçimsizlik problemiyle çatırdadığını biliyorum.
Derdini yalnız çeken nice insanın gözyaşına ortak olmak istiyorum. Derdi verene değil, çözümsüzlüğe isyan ediyorum. Aşılamayacak bir engel, çözülemeyecek bir problem tanımıyorum. Her derdin devası, her borcun edası, her hastalığın şifası vardır diyorum.
Bu tesbitler ışığında başta ailevî geçimsizlikler olmak üzere önemli sorunlara ve çözüm önerilerine odaklanacağız.
Biz insanız. Sevinçleriniz sizin olsun. Ama, dertlerimizi paylaşarak azaltacağız. Hatta çözerek yok edeceğiz. Hiçbir şey çözümsüz değildir. Ağlamak yerine, derdin çaresinde yoğunlaşacağız. "Hiçbir dert yoktur ki, devası yaratılmamış olsun" demiyor mu Hz Muhammed (a.s.m.)?

BİRİNCİ BÖLÜM
1- Ailemiz hayal ülkesinde değil
Hep mutlu ve huzurlu bir aile yuvası hayal ederiz. Oysa bizim beklentilerimizle yaşadıklarımız hep farklıdır. Hayatta acı ve tatlı, keder ve sevinç, huzursuzluk ve mutluluk yan yana gitmektedir. Ailemiz bir masal ülkesinde değil şüphesiz. Sürekli “gereken her şeyi” yaptığımızı düşünürüz. Yanılıyoruz, yapabileceğimiz o kadar çok şey var ki...
2- Ailemizi huzursuz eden dertler
Başta eşler arasındaki iletişim problemleri olmak üzere ailemiz bir dizi problemin tehdidi altında. Parasal sorunlar, ailenin mutluluğuna saplanmış bir hançer gibi. Psikolojik problemler, uzun süren hastalıklar, yaşadığımız huzuru alıp götürüyor. Ya bir de sorunlarımızla savaşacak coşku ve kararlılığı içimizde duyamıyorsak... Bir şair gibi, “Dertleri zevk edindim, bende neş’e ne arar/ Elem dolu kalbimden gitmiyor hatıralar” der, ağlariz...
3- Derdin şifresini çözmek
Ağır bir dertle karşılaşınca, bir şarkıda olduğu gibi, “Dert girdabındayım ben, acı çekmek kaderim” diye düşünürüz.
Oysa yaşadığınız olumsuzlukların size iletmek istediği bir mesaj vardır. Onu doğru anlar ve gereğini yaparsanız, yaşadığınız tüm olumsuzlukları avantaja çevirebilirsiniz.

İKİNCİ BÖLÜM

AİLE GEÇİMSİZLİĞİ
1. Evliliğinizi kurtarın!
Çoğumuz eşimizi kendi bakış açımıza göre değerlendiririz. Oysa duygusal değerlendiriyor olabiliriz. Bakış açımız bencil olabilir. Her şeye kendi çıkarımıza göre yaklaşabiliriz.
Bunun yerine olayın dışına çıkıp objektif bakmaya ne dersiniz? Kim bilir, belki de siz değil de eşiniz haklıdır. Empati denilen sihirli formülü hangimiz uyguluyoruz?
Kendimizi eşimizin yerine koyup onun beklentilerine göre hareket edemez miyiz? İkili ilişkilere bir de karşımızdakinin gözüyle bakmak çok mu zor? Objektifliğin kuralı bu. Deneyin. Evliliğinizin bir anda muhteşem bir değişim yaşadığını göreceksiniz.
2. Mutlu olmaya mahkûmsunuz!
Eğer evlenmişseniz, geçinmeye ve mutlu olmaya mahkûmsunuz. Hem boşansanız bile ikinci evliliğinizde kesinlikle mutlu olacağınızı garanti edebilir misiniz?
Sonraki evliliğinizde mutlu bile olsanız, yıkılan yuvanın enkazından gelen hatıralar ya da geride kalan çocukların hüznü sizi mutsuz etmeyecek mi? Bunları göze alabilir misiniz?
Sakın fedakârlığı tek taraflı düşünmeyin. İkiniz de birbirinize katlanıyorsunuz. Herkes kendisini sever ve doğru olduğuna inanır. Sizin için o ne kadar çekilmezse-ki böyle tek taraflı değerlendirmelere her zaman itiraz ederim-siz de ona göre çekilmezsiniz.
3. Geçimsizlik sebeplerinizi belirleyin
Eşler arasındaki geçimsizliğin tek sebebi vardır: Geçinmeyi bilmemek. Evleninceye kadar bir sürü lüzumsuz bilgiler beyinlerimizi doldurur. Çoğunun bize hiçbir faydası yok. Çevrenize bakın. Birçok genç, evliliğe hazırlıksız adım atıyor. Yeterli eğitim ve alt yapı yok. Sonuçta bocalıyor.
Ailevî sorun yaşayanlardan bir kısmı, “Karı dırdırı dinlemekten bıktım” diye düşünür. İyi de hiç düşündünüz mü, hanım niçin dırdır eder? Hem evdeki hanımınızın yaptığı tek iş dırdır etmek mi? Onun iyi yönlerine niçin bakmıyorsunuz?
4. En büyük yanılgıdan kurtulun
Yeni evlenenlerin en büyük yanılgısı, “dikensiz bir gül bahçesi” düşleyerek hayal kırıklığına uğramaları, yıllardır evli olanların en büyük hatası ise, “böyle gelmiş böyle gider” havasına girip daha iyiyi bulmak için hiçbir girişimde bulunmamalarıdır.
Dalgasız deniz ve dikensiz gül bahçesi olmayacağını, zaten hiç olmadığını düşünün. Rahat edersiniz. İnsanın olduğu yerde mutlaka sorun olur. Asıl sorun, sorun olmayacağını hayal edip hazırlıksız olmaktır. Yoksa problemin muhtemel olduğunu düşünüp çözüm için hazırlıklı olmakta hiçbir sakınca yok.
5. Önce hatayı kendinizde arayın
Önce siz kendinizde olan hatayı yok edin. İnsan hep başkasını hatalı görür. Oysa en doğrusu, önce kendimizi hatalardan arındırmaktır.
Önemli olan, sizin ne olduğunuzdan ziyade eşinizin sizi nasıl “algıladığı”dır. Belki sizin sevgi ve bağlılığınız hiçbir kimseyle kıyaslanmayacak kadar çok. Ama o bunun farkında olmayabilir. O halde duygularınızı hissettirmelisiniz. Her insanın hoşlandığı şeyler farklıdır. Hayat arkadaşınız nelerden hoşlanıyor? Hediye, gezme, sohbet, ilgi, iltifat veya başka unsurlardan hoşlanabilir. Bunları yeterince kullandığınızdan emin misiniz?
Eşler için etkili ve süper bir kural söyleyeyim: Eşinizin size nasıl davranmasını istiyorsanız, siz de ona öyle davranın.
6. Seviyeli tartışın!
Eğer evliliğinizin mutlu ve huzurlu geçmesini istiyorsanız, tartışmaktan korkmayın. Ancak sorun çözücü ve sonuç alıcı bir tartışmanın kurallarına uyun.
Kurallarına uyularak yapılan seviyeli bir tartışma, aile içi geçimsizliklerin en güzel çözümü, mutluluğun zirvesine ulaşmanın da en güzel anahtarıdır.
Tartışma eşlerin birbirini tanımasına, birbirini keşfetmesine sebep olur. Yıllardır evli olduğu halde eşini yeterli tanımayan kimseler vardır. “İnsanlar konuşa konuşa anlaştığına” göre, konuşup tartışmadan birbirinizi tanıyamazsınız.
7. Evlilik aldatan aşkın bitişi, gerçek sevginin başlangıcıdır
Evlilik sevginin ve aşkın bitişi değil, kökleşme dönemidir. Evlilik öncesi aşk ise, kısa süreli tanışma safhasıdır; dikkat edilmezse insanı aldatır. Asıl sevgi, evlenince devreye girer ve giderek şiddetlenir.
Eşler arasındaki karşılıklı sevgi öyle bir sevgi olmalıdır ki, onu hiçbir engel, hiçbir problem sarsmamalıdır. Sevmek, aynı zamanda acı çekmektir, katlanmaktır, feragattir, fedakârlıktır. Karşılığında acı çekilmeyen ya da acı çekmenin göze alınamadığı sevgi, sevgi değildir ve kolayca vazgeçilir.
Severek ve isteyerek evlenen, ancak eşinden kaynaklanan sürekli bir hastalık ya da problem çıktığında ayrılmanın plânlarını yapanlar, âşık değil, en büyük sahtekârdırlar.
8. İşinize yoğunlaşırken ailenizi ihmal etmeyin
Bazı ailevî problemler, erkeğin kendi işiyle aşırı ilgilenerek ailesine fazla zaman ayırmamasından kaynaklanır. Çok nadir de olsa, aynı durum çalışan kadınlarda da olabiliyor.
“Gözden ırak olan gönülden ırak olur” sözü boşuna söylenmemiş. Eşlerin görüşememesi, diyalogsuzluğa yol açıyor. Birbiriyle konuşamayanlar, duygu, düşünce ve beklentilerini ifade edemiyorlar. İletişim kanalları kapalı olduğu zaman, sû-i zanlar, vehimler, tahminler ortaya çıkıyor. Eşler birbirlerini, zanlara, varsayımlara, dedikodulara göre değerlendiriyorlar. Sonuçta bir dizi problem sökün ediyor.
Çözüm: “Önce eş, sonra iş” kuralını uygulamaktır.
9. Eşinizin doktoru sizsiniz!
Eğer eşinizin psikolojik bir problemi varsa, şuna kesin inanın: En büyük doktor sizsiniz. Evet, mutlaka tecrübeli bir doktor ve dilinizden hiç düşmeyen dua çok önemlidir. Ancak psikolojik sorunu çözecek asıl şahıs hastanın kendisidir. Ama pek az hasta bu rolü oynayabildiği için en büyük görev size düşüyor.
Evliliğin olmazsa olmaz şartı iffet ve sadakattır. Zoru, sıkıntıyı, acıyı görünce kaybolan bir eş, tatlı ve mutlu günleri hak edemez.
Eşinizin problemine sabredeceksiniz. Ancak çözmek için de elinizden geleni yapacaksınız.
10. Yeni ve mutlu bir dünya kurun!
Psikolojik sorunu olan eşinize en büyük yardım ve desteği siz vereceksiniz. Çogu kimse katlanılması zor olan bu sorunun hiç bitmeyeceğini sanir. Zanneder ki, sabretmesi güç bu amansız sıkıntılar, acılar, insanı ne yapacağı hususunda şaşkına çeviren davranışlar, oldu-bittiler, dayatmalar, hep böyle devam edip gidecek.
Hayır! Yanılıyorsunuz. Cenab-ı Hak, her derde derman, her probleme çare yaratmıştır. Acılı günler sonsuza kadar sürüp gitmeyecektir. Bir gün sizinle ağlayan yağmur gülecek, güneş yine pırıl pırıl doğacak, üzerinizdeki kara bulutlar dağılacaktır.
Eşiniz eski sağlıklı günlerine mutlaka kavuşacak, belki eskisinden daha iyi olacaktır. Psikolojik probleme yakalanıp iyi bir tedaviden sonra tekrar sağlığına kavuşan o kadar çok insan tanıdım ki, onların ilk hallerini görseniz iyileşeceğine hiç inanmazdınız.
11. Koca olmanın sorumluluğu
Eğer içinizde eşinize karşı coşkun bir sevgi hissedemiyorsanız, onun bugününü değil, geleceğini düşünün. Eşinizin geleceğini sevin.
Öğretmen öğretmediği bilgiden imtihan edemez. Önce siz verici olun, ondan sonra isteyin. Karşılıklı beklentilerinize cevap vermeden, istemeye hakkınız olamaz.
Kimi erkekler, eşi hakkındaki beklentilerde yanıldığını düşünüyor. Artık evlendikten sonra “Hayal kırıklığına uğradım” deyip atamazsınız, çünkü ev eşyası veya otomobil almadınız ki hemen değiştirmeye kalkacaksınız. Onların bile beş yıl garantisi var.
12. Sevginizi bütün haşmetiyle hissettirin
Evliliklerinin sarsılmaya başladığını ve aralarında çözülmeyi bekleyen sorunlar olduğunu farkeden nice insan, “Onun için her şeyi yaptım. Ama bir türlü mutlu edemiyorum” diye düşünür.
Gerçekten onun için her şeyi yapmış mıdır? Hiç kimsenin kalbini suçlayamayız, kötü zanda bulunmaya da hakkımız yok. Elbette evliliğini düşünen bir kimse, “Her şey yaptım” diyorsa, önemli bir gerçeği söylüyordur. Belki her şeyi yapmamıştır, ama yapabileceğine inandığı çok şeyi yapmıştır.
Fakat eylemler sonuçlarıyla ölçülür. Eğer beklediğiniz mutluluğu yakalayamıyorsanız, “her şeyi” ya da “yapmanız gerekeni” “yapmamışsınız”dır.
13. Dayağı kullanmayın!
Allah'ın en değerli nimetlerinden birisi, kendilerine emanet edilen erkekler! Her şeyden önce şefkati sonsuz olan Rabbimiz, “şefkat kahramanı” olan kadınları sizlere emanet etmiş. Emanete hıyanet etmeyiniz. Emin ve güvenilir olunuz.
Siz eşinizi her türlü kötülükten korumakla görevlisiniz. Başkasının zararlarına karşı göğsünüzü siper etmeniz gerekirken, nasıl olur da asıl zararı veren siz olursunuz? Birisi eşinize kötü söz söylese veya vursa, canınızı ortaya koyarcasına savaşmaz mısınız? Başkasına yasak olan bir şey nasıl olur da size serbest olabilir?
14. Cinsel sorunları önemseyin
Evliliğin en büyük hikmeti, insanın üretilmesi ve eğitilmesidir. Ancak bu iki görev çok zor ve ağır olduğu için, cinsel duygular peşin bir ücret olarak verilmiştir. Bir yerde Rabbimiz, cinselliği evlilik gibi ağır sorumluluk isteyen bir görev için teşvik edici bir cazibe unsuru olarak kullanmıştır.
Madem ki evlenip birlikte yuva kurmuşsunuz, bütün sorunlar gibi cinsellikle ilgili problemlerinizi de çözmeye mecbursunuz. Siz birbirinize aitsiniz ve birbirinizi mutlu etmek birinci görevinizdir.
Cinsel hayatınızı öylesine düzenli ve verimli bir hâle getirmelisiniz ki, ileride sizi üzecek, belki ayıracak ciddi problemler çıkmasın.
Her eş, eşini cinsel yönden mutlu etmeyi kendisine dert edinmelidir. Eşler birbirinden memnun ve birbiriyle tatmin olmalıdır.
Eğer eşlerin beklediği tatmin olmazsa, birisi veya her ikisi farklı arayışlara ve özlemlere girebilecektir. Belki bu arayış, kimilerinde sadece düşünce plânında kalacak, bazıları ise karşılarına çıkan ilk imtihanda dünyasını ve ahiretini yıkan bir hataya girebilecektir.
Burada sadece hatayı yapan taraf değil, karşı taraf da sorumludur. Çünkü, eşini ihmal etmiş, beklentilerine cevap verememiştir.
15. Eşinizin anne ve babasina saygi gösterin
Eşlerin anne babası ve akrabalarıyla sağlıklı ilişkilerin kurulamaması, evlilikleri sarsıyor. Tek taraflı veya karşılıklı olumsuz davranışlar, mutluluk adına ne varsa alıp götürüyor.
Bazen eşlerden birisi veya ikisi ömrünü gözyaşıyla geçirmeye mahkum oluyor, bazen de akrabalarla iyi geçinememek boşanmayla sonuçlanıyor.
Öncelikle toptancı yaklaşımlardan kesinlikle kaçınmalısınız.
Bundan kastımız şudur:
“Bütün kaynanalar kötüdür” veya “Bütün gelinler iyidir” yaklaşımı veya bunun tam tersi bir anlayış yanlıştır.
Ne var ki, eşlerin akrabaları hakkında bu tür ön yargılarımız var.
Eşlerin her biri, kendi anne babasına ve akrabasına daha saygılı, daha hoşgörülü davranıyor; ancak eşinin akrabalarına karşı hoşgörüsüz, tahammülsüz, sorgulayıcı, eleştirici ve suçlayıcı bir anlayış sergiliyor.
Elbette bunlar sorunları olan aileler için geçerli. Yoksa kayın pederi ve kayın validesiyle çok iyi geçinen, tıpkı öz anne babası gibi ilişkilerini sıcak ve sağlıklı tutan evliler var.
16. Evlilikle ilgili kitap okuyun
Her şeyin bir çaresi var. Ancak kesin çare, çözüm yönteminin hakkıyla uygulanmasıyla mümkün. Bunun motoru sizsiniz. Çözüm sürecinde asıl güç ve idare, sizin elinizde. Direksiyonun başında oturan sizsiniz. Bizim sıraladığımız formüller ise, çözüm için yöntem ve ipucu sunmak.
Eşler arasındakı problem birçok sıkıntımızın kaynağı. Bunu aşmak için elinizden gelen gayreti gösterin. Kitap okumak gerekiyorsa, onlarca, yüzlerce kitabı okuyun. Danışmanlık gerekiyorsa, hiç çekinmeyin danışın. Tecrübeli birisine görüş sormak gerekiyorsa, hiç sıkılmadan sorun, öğrenin. Merak etmeyin. Sorunlu tek insan siz değilsiniz.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM AİLE VE GEÇİM SIKINTISI
1. En büyük güç içimizde
Eşler arasındaki mutluluğu sarsan faktörlerden birisi de, “parasal yetersizlikler"dir. Ev ihtiyaçlarının karşılanmasından eşinizin isteklerini yerine getirmeye, çocukların eğitiminden sizin moralinize kadar birçok konuda paranın etkili olduğu inkâr edilemez.
Belki de her yola başvurduğunuzu düşünüyorsunuz.
Mesele hiç de öyle değil. Bir kere siz, içinizdeki müthiş güç ve muhteşem cesaretle sıra dağlar gibi derde göğüs gerebilirsiniz. Bunun için şiddetli bir istek, kesin zafer için sistemli bir mücadele yapmalısınız.
Siz kendinizi düşünmezseniz, hiç kimse sizi düşünmez. Çünkü herkesin bir derdi vardir. Siz yoklugun kahreden acısıyla savaşmazsanız, hiç kimse sizin adınıza savaşmaz. Siz acılara isyan edip Allah'ın size bağışladığı muhteşem gücü kullanmazsanız, başarı ve zafer gökten inip sizi hedeflerinize doğru uçurmaz.
Bırakın başkalarını suçlamayı. Suçlamaya önce nefsinizden başlayın. Önce kendi yapabileceklerinizi düşünün.
2. Sürekli ve ihlâsla dua edin!
Kronik geçim sıkıntısından ve ağır borçlardan kurtulmak için ilk çözüm önerimiz, “dua etmek”tir.
Dua, kulluğun büyük bir sırrıdır. Rabbimiz, Kur'an'da meâlen, “De ki: Duanız olmazsa Rabbim katında ne ehemmiyetiniz var?” buyuruyor. Demek ki, Onun bize önem verebilmesi için en evvel dua etmemiz şart. Yine “Dua edin, cevap vereyim” diyen de O.
Madem her şeyin dizgini elinde olan, en olmazi olduran Rabbimiz, katında önem kriterini “dua” olarak bildirmiş, ayrıca “İsteyin, vereyim” demiş; hakkıyla dua etmemiz gerekir.
Tam bir ihlâsla, içimiz yanarak, can ü gönülden, Rabbimizin huzurunda boyun bükerek, Onun bizim her hâlimizi görüp işittigini bilerek, sanki Onunla konuşuyormuş gibi dua etmeliyiz.
3. Tutumlu olun ve savurganlıktan kaçının!
Çekilen geçim sıkıntısının boyutu ne kadar büyük olursa olsun, “iktisat ve kanaat” vazgeçilmez bir düstur olmalıdır. İktisat, elindeki imkânları ancak zarurî ihtiyaçlarına kullanmak; kanaat ise, elindekiyle yetinmek, hırs göstermemektir.
Yaptığınız iktisatı, sakın küçümsemeyin. İktisat iktisattır. Küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük kısıntılar, zamanla büyük bir meblâğa ulaşır.
Gıda, giyim, kira, yol, sağlık, eğitim, ikram, hediye gibi her türlü masrafı kısmanın ayrıca çok mühim bir anlamı vardır. Böyle yapan bir kimse, “Ey Rabbim! Sıkıntıdan kurtulmak için bir taraftan dua ile kapını çalıyorum, diğer taraftan da masraflarımı asgarîye indirdim. Benim elimden gelen budur. Gerisi Sana kalmış. Senin inayet ve ihsanını bekliyorum” demiş olmaktadır.
4. Birden fazla iş yapın
Geçim sıkıntısı bütün aile fertlerini etkileyen bir problem olduğu için çözümde de ortak bir anlayış ve yardımlaşma gerekir.
Çoğu insan birden fazla iş yapabilir. Biz tarihte büyük işler başarmış bir milletiz. Ne var ki, zamanla tembel bir millet olduk. Çoğumuz kolayından kazanmayı düşünüyoruz. İş beğenmiyoruz, fazla çırpınmıyoruz. Oysa başarılı olmak için düzenli ve çok çalışmak gerekiyor.
5. Gelişin, geliştirin!
Yaşadığınız geçim sıkıntısını aşmak için, “İşinizin gelişmesi ve yeni formüller üzerine uzmanlarla istişare edilmesi” şarttır.
Yıllardır iyi giden işiniz son anda bozulmuş olabilir. Ağır iflâslar, borç yükü, haciz ve icra takibi altında ne yapacağınızı şaşırmış olabilirsiniz. Bu konuda tecrübesiz olan birçok genç girişimci hemen paniğe kapılır. Yerinde olmayan kararlar alır, uygulamaya kor.
Uzun yıllar yaptığı iş teşebbüslerinde başarısız olan veya uzun süreli işsizlikler yaşayan insanlar da ümitsiz ve kötümser bir havaya bürünürler.
Artık günümüz dünyasında iş geliştirmek, yeni yönetim stratejileri üretmek ayrı ve yeni bir iş kolu.
Bu sahadaki uzmanlarla istişare edin. Danışmanlık hizmeti veren firmalardan yararlanın. Elbette o da yeni bir masraf kapısıdır. Ama yapacağınız masrafin yüzlerce katını elde edebilirsiniz.
6. Ev alın, kiradan kurtulun!
Geçim sıkıntısı çekenlerin içinde kendi evinde oturanlar vardır. Eğer bunlar ağır bir iflâs yaşamış, nakit paraya çok sıkışmış iseler, bulundukları evi bile satmaları gerekebilir. Çünkü yeri gelince feda edilmeyen küçük bir meblâğ, ileride daha büyük bir sorun olup çıkar karşımıza.
Bu tavsiyemiz, ailevî çapta geçim sıkıntısı yaşayan ve kiracı olanlar için elbette. Bunlar her ay en az 50-100 milyon lira kira öderler.
Allah ev alana ve düğün yapana yardım eder. Zaten atalar sözünün her zaman doğru çıktığını biliriz. Bu sözün doğru olduğuna ise, binlerce şahit var. Hemen hepimiz çevremizde birçok kimsenin evlenirken ve ev alırken büyük kolaylıklara mazhar olduğunu görmüşüzdür.
7. Derdinizi açmaktan çekinmeyin!
Ağır geçim sıkıntısına düşen çoğu kimse durumunu gizler. Bunu bir sır gibi saklar. Oysa fakirlik ayıp değil ki. Zaten Rabbimiz, bizi “korku, açlık, mallardan, nefislerden ve ürünlerden eksiltmeyle” imtihan ettiğini belirtiyor. İmtihana uğramakta üzülüp utanmayı gerektirecek ne olabilir?
İşte böylesi ağır bir probleme düştüğünüzde derdi yalnız çekip kendi kendinizi yeyip bitirmeyin. Onu yakın çevrenize açın. Sıkıntınızı yakın arkabalarınıza, dostlarınıza anlatın. Herhangi bir şekilde yardımcı olup olamayacaklarını sorun.
Sıkıntınızı açtığınızda inanılmaz kapılar açılacaktır. En başta derdinizi döküp psikolojik olarak rahatlayacaksınız. Belki destek alacaksınız. Hiçbir şey olmasa bile, duasını alırsınız. Az kazanç mı?
Geçim sıkıntısını aşmak için bir başka formül, dinimizin yerleşmiş yardımlaşma usullerinden yararlanmaktır.
4. BÖLÜM AİLE VE PSİKOLOJİK PROBLEMLER


1. Depresyon: Çağımızın hastalığı
Adına depresyon denen ağır bunalımlar hayatımızı tehdit ediyor. İnsanlar yaşamaktan zevk almıyor. Sanki bir mengenede sıkılıyormuş gibi bunalıyor. Hatta yaşamak istemiyor.
Depresyonun ilerleyen dönemlerinde, ardı arkası kesilmeyen iç sıkıntıları, bayılmalar, çevreyle olağanüstü bir biçimde kavgalı olmak, intihar teşebbüsleri vardır.
Ne var ki, önce hastalığa bakış açımızda yanlışlık var. Psikolojik sorunu olan kendisini, “deli” görüyor. Toplum böylelerine, deli olmuş gözüyle bakıyor. Birçok hasta, psikiyatriste gitmiyor. Nedenini, “Ben deli miyim ki psikiyatriste gideyim?” cümlesiyle açıklıyor.
Psikiyatrik bir probleme tutulan, çok sevgi, şefkat ve yardıma muhtaç. Maalesef yeterince ilgi gösteremiyoruz. Bu hastalığa yakalanmak ayıp değil. Ama yakalananların kendisi veya çevresi bunu bir sır gibi saklıyor.

2. Psikiyatri tedavisinden korkmayın!
Psikiyatri tedavisinden utanmaya gerek yok
Maalesef toplumumuz psikolojik problemi olanlara, “deli” nazarıyla bakabiliyor. Oysa hiç ilgisi yok. Böyle bir derde tutulan kişi de kendisini yanlış değerlendiriyor. Sıkıntısını fizyolojik kaynaklı zannediyor. Oysa maddî bir hastalığı yok. Bazen ailesi veya eşi hastalığı farkediyor, ama hasta psikiyatriste gitmemekte direniyor. Ne yazık ki hastalık ilerliyor, tedavisi güçleşiyor, en azından uzuyor.
Oysa psikiyatri tedavisinde utanıp sıkılmayı gerektiren hiçbir taraf yok.Asıl tedavi, doktorun hastayla görüşmelerinden sonra şekillenir.
Fakat bunların tümünde de doktor ve ilâçlar bir rehber ve yardımcıdır. Tedavi sürecinin asıl motoru hastanın kendisi ve çevresidir.
Unutmayalım: Zor da olsa her girdaptan bir çıkış yolu bulunur.

3. Tedaviyi sabırla ve yılmadan sürdürün!
Psikolojik sorunlarla karşılaştığımızda olaya bakış açımıza yine “kadercilik” hâkimdir. Elbette olan her şeyden Allah'in ezelî bilgisi vardır. Ancak bizler dertlerimize yaklaşırken çogu kez kendi sorumluluğumuzu gözardı ediyoruz.
Eşimiz depresyona mı yakalandı? Herkes suçlu olabilir. Ama biz asla olamayız. Çünkü üzerimize düşeni fazlasıyla yapmışızdır.
Oysa insan durup durduğu yerde depresyon geçirmez. Hiçbir sorun yokken bunalımlara düşmez. Mutlaka bulunduğu ortam, eğitim tarzı, ev içindeki konumu, hayattan beklentileri onun ruh dünyasını etkiliyor.
Eşinin kendisine değer ve önem vermediğini, yeterince zaman ayırmadığını, sevilmediğini, başaramadığını düşünen, eşi tarafindan hiç yüreklendirilmeyen, istekleri hep yüksek sesle reddedilen bir hanım veya bey depresyona düşüyorsa buna şaşırmamak gerek.

4. Duayı ihmal etmeyin
Psikolojik sıkıntısı olanlar, Kur'an'dan ve hadislerden, Cevşen'den bazı duaları seçerek her gün okuyabilirler. Mutlaka olumlu etkisi olacaktır. Çünkü, adına “rukye” denilen bu uygulama Peygamberimiz (a.s.m.) tarafından yapılmıştır.
Bunun için her gün Fatiha, Felâk, Nâs ve İnşirah sureleri ile Ayete'l-Kürsi okunup hastaya üflenebilir. Ayrıca Cevşen'in ve Tahmidiye'nin tümü psikolojik problemlerde müthiş bir etkiye sahiptir. Bilhassa, Cevşen'in 20. bölümündeki on cümle fevkalâde önemlidir.
5. BÖLÜM GENÇLİK VE YETENEK SORUNLARI


1. İdealler sarayı
Gençlik yıllarımızı rengarenk idealler süsler. Liseyi ve üniversiteyi başarıyla bitirip, daha yükseklere çıkmayı düşünürüz. Gözümüz zirvelerdedir. Master ve doktora yapmayı, hatta daha ilerilere çıkmayı hedefleriz.
Her yiğidin gönlünde yatan nice aslanı yok etmek kolay mı? Onlar ölüm döşeğinde bile olsanız özlemle yâd edilir.
Peki ölüm anı gelip çatmadan yıllardır özlemini çektiğiniz idealler sarayını mükemmel bir şekilde inşa edemez misiniz?

2. Yetenekli olduğunuza inanın!
Hiçbir insan yeteneksiz değildir. Her insanın kendine göre kabiliyetleri, meziyetleri, hünerleri vardır. Yetenekler doğuştan getirilen ve hiç değişmeyen değerler değildir. Hiç şüphesiz doğuştan getirilen üstün nitelikler vardır.
Ancak şu apaçık gerçeği hiçbir zaman unutmayın: Yeteneklerinizi, doğru algılama ve doğru yöntemlerle geliştirebilirsiniz. Tabiî, yanlış tavır ve uygulamalarla mahvedebilirsiniz de.
Kazanmak için çok kabiliyetli olmanız gerekmez. Çok düşünen, çok isteyen, metotlu çalışan, bahanelere aldırmayan kazanır. Yararlanmadığınız takdirde dünyalar dolusu cevherlere sahip olsanız bile anlamsızdır. Yetenekler kendi hâline bırakıldıkça körelirler. İşletildikçe gelişir ve fonksiyonel hâle gelirler.

3. Mazeretler hazinesini yok edin!
Hedeflerinize ulaşmak için gerekli olan unsurları söylemenizi istesem, kim bilir neler sıralarsınız. Eminim bunların birçoğundan da mahrumsunuzdur. Engellerinizi saymanız gerekse ardı arkası gelmeyen bir liste sunarsınız.
Oysa var olduğunu sandığınız engelleri yok eden, ihtiyaç duyduğunuz her şeyi emrinize veren bir başka güç var. Neyi hedeflemişseniz onu önce beyninizde başarın.
Tarihteki başarılı insanlara bakın. Hangisi engellere teslim olmuşlar? Fatih'in Istanbul'u fethetmesine mâni olan yüzlerce engel vardı. Ama o hepsini aşmayı başardı. Çünkü çok istiyordu.
Teknolojik gelişmeler, bizim çabamızı arttırmalı. Maalesef kimilerinin tembelliğini katmerleştiriyor. Sonuçta kendimize sürekli mazeretler üreten bir hazineye sahip oluyoruz.
Tabiî, başarı hazinemiz gözümüzün önünde yağmalanıp gidiyor. İrade bizde. Ya yağmaya dur diyeceğiz ya da seyirci olacağız.
4. Kazanacaksınız, başka yolu yok!
Aslında başarmak, iki âyetin anlamında düğümleniyor.
Dertlerinizi, problemlerinizi, hedefinize ulaşmaya engel mi görüyorsunuz? “Allah, hiçbir nefse gücünün üstünde bir yük yüklemez” şeklindeki âyet meâlini hatırlayın.
Niçin başaramadığınıza sitem edip, başkalarına mi imreniyorsunuz? Hemen, “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” hükmünü düşünün.
Engelleriniz varsa, aşmaya mahkumsunuz. Çünkü Allah, hiç kimseye gücünün fazlasını yüklemez.
İdealleriniz varsa, çalışmak ve başarmak zorundasınız. Zira Allah, ancak çalışana verir.
Yüreğinizi yakan arzularınız, uykunuzu kaçıran idealleriniz varsa, kazanacaksınız, başka yolu yok!
5. Sorunlara ağlamayın, savaşın!
Başarmanın olmazsa olmaz kuralı sandığımız nice ihtiyaç aslında öncelikler sırasına bile girmez. Bizi ideallerimiz peşinde koşmaktan alıkoyduğuna kendimizi şartlandırdığımız engeller gerçekte engel değildir.
Ne yazık ki, sanal bir dünya kuruyoruz. Sanal engeller ve sanal özlemler elimizi kolumuzu bağlıyor. Sonuçta kendi elimizle kendimizi esir ediyoruz. Yetmiyor. “Sorunlar altında eziliyorum. Benden dertli kim var? Yok mu kurtaran?” diye bağırıyoruz. Kaderimizi ve başkalarını suçlayıp niçin yardım etmediklerini düşünüyoruz.
Kuşkusuz hiçbir sorunu küçümsemiyorum. Ancak tümünü aşabilecegimiz eşsiz niteliklerle donatıldığımıza inanıyorum.
Sorunlarınıza ağlayıp eylemsiz olmak, size hiçbir şey kazandırmaz. Onlar için ağlamaktan başka yapabileceğiniz şeyler de var. Sorunlarınızla savaşın, teslim olmayın.
6. BÖLÜM
AĞIR VE UZUN SÜREN HASTALIKLAR
1. Hastalık: Bir sabır eğitimi
İnişli çıkışlı olan hayat yolunda insanlar bin türlü problemle karşılaşıyor. Bu dertlerin bir bölümünü de hastalıklar oluşturuyor. O kadar ki, hastalar insanların beşte birini meydana getiriyorlar.
Eğer hasta sizseniz, acıyı bir kere çekersiniz. Eğer anne baba, eş, kardeş veya ciğer pâresi evlâdınız ise, iki kez acı çekersiniz. Özellikle ailenin en önemli iki direği olan eşlerden biri hastaysa, evde huzur ve sevinç kalmayabilir.
Her insanın Oscar’lık bir filme konu olabilecek bir hayat hikâyesi vardır. Hele ağır hastalıklar geçirenlerin hikâyeleri daha ilginç ve şaşırtıcı olaylarla doludur.
2. Hastalığın hikmet ve ibret yönüne bakın!
İster kolayca tedavi edilebilsin, ister çok uzun sürsün tüm hastalıkların bize kazandırdıkları ve mesajları vardır.
Hastalık her şeyden önce Rabbimizin bize verdiği nimetlerin değerini takdir etmemize vesile olur.
Midemize, kalbimize, gözümüze gelen bir hastalık bu organlarımızın ne kadar kıymetli ve sağlıklı yaşamanın büyük bir nimet olduğunu anlatır bize. Böylece sayıları belki de yüzü bulan maddî ve manevî organlarımızın ve duygularımızın paha biçilmez değerde olduğunu anlar, bunları bize ihsan eden Rabbimize sonsuz şükrederiz.
3. İyileşmek için çırpının!
Tedavisi uzun süren ağır hastaların karşılaştığı en büyük tehlike, moral bozukluğudur. Gerçekten de hastalığınızın kanser olduğunu öğrenseniz, duygu dünyanızda kopacak olumsuz fırtınayı tahmin edebilirsiniz.
Oysa her olumsuzluk için olduğu gibi ağır hastalıkları yenmek için de gerekli olan ilk ve en önemli kuvvet, yüksek moraldir. Aşırı kötümser hava, korku, panik, moral çöküntüsü, hastalığı arttırmaktan başka bir işe yaramaz.
Moralin yüksek tutulabilmesi için beynimize iyice yerleştirmemiz gereken ilk husus şudur: Her derdin bir devası, her meselenin bir hal çaresi vardır. Hastalık ne kadar ağır olursa olsun, mutlaka bunun bir çaresi, bir iyileşme yolu bulunur. Onu bulmak için hem dua ederek hastalığı veren Şâfî-i Hakikî’den yardım istemek, hem de Onun dünya eczanesine yerleştirdiği ilâci bulmak için gayret göstermek gerekir.
4. Hastalar Risalesi'ni çok okuyun!
Hastalığın hikmetlerini ve faydalarını öğrenmek, moral kazanmak için Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin “Hastalar Risalesi” isimli kitabını çok okumak gerekir.
Öldüren de Odur, yaşatan da. Her zaman Ona yalvarmak, ümit içinde olmak ve Onun kapısını çalmak gerekir. Hatta bütün sebeplerin tükendiği bir anda bile Ondan isteyen, Onun ihsanına kavuşabilir.
Günümüz tıbbı maalesef psikolojik tedavinin “manevî ve dinî boyutu”nu henüz kavrayamadı. Belki de bu yüzden Amerika’daki psikiyatristlerin bir kısmı diğer bir psikiyatristin tedavisine muhtaç oluyor ve yüzde 20’si intihara teşebbüs ediyor.
Oysa psikolojik tedavi, inanç ve ibadetle, dua ve tevekkülle birleştiginde ortaya mucizevâri sonuçlar çıkıyor.
Kaynak;www.omurboyuask.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Arama Motoru